31 Aralık 2012 Pazartesi

Devamlı kaldırım taşlarını taş ile değiştireceğinize, bir defa da kafanızı değiştirin efendiler...

Kendimi bildim bileli bu bastığımız kaldırımların devamlı değiştirildiğini görürüm, nedir bu işin aslı acaba... Yani bu tablo biraz da "ayranım yok içmeye.... " sözünü çağrıştırır bana.. Bu değiştirilen kaldırımlar eskimeden eski kaldırıma benzeyen yenisiyle değiştirilir. Acaba bu işin arkasında kaldırım değiştirerek halka hizmet yerine birilerinin cebine malına mülküne hizmet ve katkı için mi yapılır... tabii arkada paranın hareketini görmüyoruz ama bastığımız kaldırımların hareketi gören bilen herkes de aynı kanıyı uyandırıyor.

Şimdi Beykoz'da işim ve evimin bulunduğu Çiğdem Mahallesi Tepeköy Mevkiinde taşı taşla değiştirince İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin Taşeronları bir hafta arayla yukarıdaki fotoğrafı çektim ve ekledim.. Yıkılan ve yeniden yapılan kaldırımlar halk ve ekonomi açısından israf, yeme, yutma faaliyeti olarak görünüyor. İşin bir başka üzücü yanı değiştirilen kaldırımlar bundan üç yıl önce yine değiştirilmişti.. En son notum da şu olacak bundan iki ay önce aynı Mevkide Reşatiye Bağlar Caddesinde kaldırımlar değiştirilmişti ki bu kaldırımlar da şu an eskimiş olarak kırılan kaldırımların ta kendisiydi.. Yani milletin gözünün içine bakarak bu kadar mı zarar ziyan verilir memleketimize...

Böyle gözümüzün içine bakarak taşı taşla değiştirip paramızın ziyan edildiğini talan edildiğini görüyoruz ya gözümüzle görmediğimiz yerlerde neler neler yeyip yutuyorsunuz kim bilir.. Allah size ve sizin gibi düşünenler akıl, fikir, vicdan ve merhamet versin..

Yeni bir yıla girerken yeni ve aydınlık fikir beyin ve vicdanlı idare ve idarecilerle çalışmayı, buluşmayı diliyorum güzel yurduma ve insanlarına...

Yakup Aksoy
31 Aralık 2012 Çiğdem Mahallesi Tepeköy 
Beykoz/İstanbul

30 Aralık 2012 Pazar

2013’e Niçin ve Nasıl 9 Kg Daha Hafif Yük ile Girdim

2012 Yazı bitip de Sonbahara gireceğimiz günlerde benim kilolarım da yüz olmasına bir kalmıştı.. Göbeğim daha çok fark edilir olmuş, kıyafetlere sığamaz olmaya başlamıştım.. Gömleğimin düğmeleri zor kapanır, ayakkabımı bağlamak için eğilip kalkmak beni düşündürmeye başlamıştı.. İşte bu durum acil olarak kendimi kontrol edip egzersiz yaparak sağlıklı ve dengeli beslenme ile daha kaliteli bir hayat için işe koyulmamın habercisiydi.

İşte bu konuda koyduğum 90 günde 10 kg zayıflama hedefimi büyük ölçüde başardım. 9 kilo verdim bu 90 günde.  Ayrıca yaşadıklarımı paylaşmak istedim sizlerle..
DAHA HAFİF VE BİR VÜCUT VE SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN HANGİ HEDEFİ KOYDUM: Yapacağınız işlerle ilgili zaman, insan ve iş hedefi koymalısınız ve onu çalışarak gerçekleştirmeniz gerekir.. Onun için Eylül ortalarında “Egzersiz ve diyet ile 90 günde 10 kg veriyorum:)” diye bir hedef koydum kendim için.

NELERDEN VAZGEÇTİM YENİ NELER YAPTIM: 2013 yılına 10 kg daha hafif girmek için yeme, içme beslenme ve yaşam tarzımı değiştirdim bir miktar.. Özetle daha az yemek ve sağlıklı yiyeceklerle beslenerek düzenli ve daha çok egzersizli bir hayata başladım… Bu amaca uygun olarak yaşantımı yeniden programladım. Diyet kısmında bir diyet ürününün süt ile karışımını (milk şeyk) ve  bitki çayını kullandım.. Belli bir düzen ve disipline ulaşıncaya kadar faydasını gördüm.. Ama sadece bu diyete uymadım, zaman zaman kafama göre ihlal ettim çünkü o kadar radikal bir uygulama yapmam gerekiyordu.

Program şöyle oldu: Sabahleyin 500 Cl. Light Süt ve Şeyk+Öğlen Serbest Öğün+Akşam 500 Cl. Light Süt ve Şeyk….

NE YEDİM-NELERİ YEMEDİM: Artık çayları şekersiz içiyorum. Kepekli ekmek kullanıyorum, börek ve unlu yemekleri az yiyorum. Sabahları poğaça ve börek ile kahvaltı yapardım artık yapmıyorum… Günlük bir öğün serbest yemeğimi, et, tavuk ya da balık her ne olursa çok daha özenle seçip keyifle yiyorum.  Artık akşamları ne kadar canım çekse de atıştırma ya da öğün yemiyorum. Önceleri öğün olmaksızın ne görsem ne düşünsem yer içerdim artık böyle bir alışkanlığım yok artık.

DİYET PROGRAMIMI İHLAL ETTİĞİM DURUMLAR: Tabii 90 günde 10 kg vermek benim için çok da zor bir şey değildi.. Onun için çok zorlanmadan aç kalmadan, enerjimi yüksek tutarak hem de keyifli yaşayarak başarmalıydım bunu ve öyle oldu. Bu süre içinde Trabzon Hurmalarını doyasıya yedim ki bayağı kalorisi vardır yani. Muşmul, mandalina, portakal, elma gibi mevsim meyvelerini bolca yedim..

TATLI OLARAK DA: Doğal keçiboynuzu pekmezi (harnup pekmezi), kestane balı  ve dut kurusunu yedim bolca.

ARA ÖĞÜN OLARAK ÖZELLİKLE AKŞAMLARI: Meyve ve kuru yemişleri tercih ettim. Altın çilek, Ligarba (yaban mersini) kuru üzüm, fındık, ceviz, dut kurusu, kabuklu badem, kavrulmamış badem yedim.

90 GÜNLÜK PROGRAMLA İLGİLİ BAZI İSTATİSTİKLER: 90 günde 9 kilo vermişim. Verdiğim kilonun 7 kg’ı yağlar oluşturuyor.. Kaslar % 3 oranında artmış. Vücudum şekil olarak daha fit duruyor. Göbek indi, daha da inecek. Her gün en az bir buçuk saat spor yapıyorum. Günlük ortalama 2500 m yürüyüp 20-30 dk. Jimnastik ve ağırlık çalışıyorum.

Bu süre içinde 300.000 Kg ağırlık kaldırmışım. Yaklaşık 225 km yürüyüş yapmışım. Diyet yaptığım için dışarıda yemek giderlerim sıfır noktasına yanaştı. Enerjim çok yükseldi.
Kilo vermek öyle kolay bir şey değil..  Artık almamak için yerken on defa düşünüp bir defa bile yememe zamanı başladı şimdi..

ŞİMDİ 90 GÜNDE BİR 6 KG DAHA VERECEĞİM: Şimdi 2013 yılı başlıyor ve daha sağlıklı ve enerjik olmak için faaliyet aynen devam ediyor. İdeal kiloma ve yağ, kas, su değerlerine ulaşıncaya kadar diyet ve egzersizlerim devam edecek. Bu değerlere ulaştığımda da diyet ve dengeli beslenme ile korunacak.. Bundan sonra böyle yaşamayı planlıyorum.

Spor, müzik, sağlık,  huzur, bolluk, neşe ve enerji dolu günler ve yıllar diliyorum herkeseJ

Yakup Aksoy
31 Aralık 2012 Beykoz/İstanbul

2 Kasım 2012 Cuma

Fatih Sultan Mehmet sağ olsaydı Ali Ağaoğlu'nun kafasını keserdi

Şimdi yukarıdaki haber başlığına bakıp da "Nasıl bir başlık bu, inşaat işiyle uğraşıp konut üreten bir iş adamının Fatih Sultan Mehmet neden başını kessin ki" diyebilirsiniz...

Açıklayayım:

Fatih Sulatan Mehmet Han İstanbul'u feth ederek çağ açıp çağ kapatan bir hükümdar...
Adaleti yanında doğa düşkünü bir insan o...
"Ormanımdan bir dal kesenin kafasını keserim.." diyecek kadar doğayı ve ormanı seven bir insan ormanı korumak için "bir dal kesenin kafasını kesecek kadar.." sert ve yıldırıcı önlem alan bir idareci...

Şimdi sen kalk Fatih Sultan Mehmet'in feth ettiği bu İstanbul'da kendine ve bir takım tayfana menfaat sağlamak için onun adıyla anılan "FATİH ORMANI"nı kes, kır tahrip et ve ucubik konutlar yap... Bu katliamının adı da "AĞAOĞLU MASLAK 1453 iSTANBUL" olsun... "İstanbul, Maslak ve 1453" kavramlarını kötü emellerine alet ettiğin için suçun da cezan da çok ağır Ali Efendi bilesin...

Her ne kadar yaptığın bu kıyım ve vurgunu senin gibi düşünen suyun başını tutanlarla paylaştığın için yaptığın iş legal görülse de hem kul hem Allah hemde Fatih Sultan Mehmet Han indinde suçlusun, cezan var..

Belki bu idare bilinin sebeplerden dolayı sana ceza vermez ise ki vermeyecek çünkü ortaksınız.
İyi bilmelisin ki 1 000 tane kafan olsa bile eğer Fatih Sultan Mehmet sağ olsaydı bir tanesini bile gövdende bulamazdın...

Dal değil ağaçlarını hatta ormanını kestiğin için Fatih Sultan Mehmet kafanı keser atardı muhakkak isminin Ali soyadının Ağaoğlu olduğuna hiç bakmadan, bilesin...

EĞER ALİ AĞAOĞLU VE TAYFASI DOĞA VE ORMANI KATL ETMEDİĞİNİ SÖYLER VE İSPAT EDERLERSE ONLARIN ADINA ÇALIŞACAĞIM VE BU KÖŞEDEN ÖZÜR DİLEYECEĞİM
Eğer bu söylediğimin aksini söyler ispat ederlerse Ali Ağaoğlu ve tayfası bu köşeden özür dileyip hiç bir bedel istemeden gönüllü onların adına çalışmaya hazır olduğumu beyan ediyorum...

Yani konu basit "Biz Ağaoğlu Maslak 1453 İstanbul projemizle ağaç kesmiyoruz, ormanı katl etmiyoruz ve hatta doğa ve çevreye katkı sağlıyor değer katıyoruz.." desinler ve ispat etsinler...

Eğer bunu yapmazlarsa "Tarih hayal kuranları değil Ali Ağaoğlu gibi ormanı ve doğayı katledenleri yazacaktır" diye bir satır düşeceğim ben de bu aleme...

Hadi bakalım zaman kimi haklı çıkarır...

Şahsen ben haksız çıkıp da Fatih ve İstanbul Ormanlarımızın yerinde kalmasını dilerim..

Yakup Aksoy
2 kasım 2012 Beykoz İstanbul

9 Eylül 2012 Pazar

İzmir'in Kurtuluşu 9 Eylül Kutlu Olsun!.. Ulu Önder Atatürk, Ordumuz, Kara Fatma ve Milislerini Saygı Sevgi ve Minnetle Anıyoruz.


 Başta Ulu Önder Atatürk,
 Şerefli Türk Ordusu,
 Kara Fatma (Fatma Seher) ve
 Milisleri'ni...
 Yedi düveli denize döküp
 Ay-Yıldızlı bayrağımızı göndere
 çektikleri için kendilerini
 SAYGI, SEVGİ VE MİNNETLE
 ANIYORUZ!

Kara Fatma 300 kişilik milis kuvvetiyle kurtuluş savaşında Atatürk'ün emrinde mücadele eden kahraman bir Türk kadınıdır.. 
9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşunda çok büyük katkıları vardır. Aralarında kendi kızının da bulunduğu, neredeyse tamamı kadınlardan oluşan, çetesi ile. İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da çarpıştı, yaralandı, bi ara esir bile düştü, kaçtı, Ege dağlarında vuruştu. İzmir’e girdiğinde 34 yaşındaydı.

Bu gün artık temsili de olsa o kahramanlık duygusunu tören ile hatırlamak kutlamak da yasaklandı. İşte bu yazı bu duruma bir itiraz içindir... Güzel yurdumun üzerindeki, is, pus ve kara bulutların kalması içindir..

 9 Eylül 2012 Beykoz İstanbul
 Yakup Aksoy
 İyi Bir Haber
 http://iyibirhaber.blogspot.com/

9 EYLÜL'LERDE ARTIK İZMİR'DE TÖRENLE GÖNDERE BAYRAK ÇEKİLMEYECEK HABERİ:
9 Eylül'de bayrak çekme töreni artık yoK (Milliyet Gazetesi 7 Eylül 2012)
Değişen Ulusal ve Resmi Bayramlar ile Mahalli Kurtuluş Günleri, Atatürk Günleri ve Tarihi Günlerde Yapılacak Tören ve Kutlamalar Yönetmeliği, İzmir Valiliği’ne her yıl 9 Eylül’de Türk bayrağı çekme töreninin de sonunu getirdi.

KARA FATMA (FATMA SEHER)KİMDİR? ( .... - 1955)
Türk Kurtuluş Savaşı'nı birde Kara Fatma'lar gibi çok özel ve önemli kahramanlarımızın penceresinden  değerlendirmek lazım.. Bu yazı işte bu konu için kaleme alınmıştır..

Kara Fatma Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızıdır. Balkan Harbi’nde kocası Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunmuştur. 1. Dünya Savaşı’nda 9, 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi’nde savaşmıştır. Eşi Sarıkamış’ta şehit düşmüştür. Mondros Mütarekesi’nden sonra “Üsküdar’a” oradan Bolu ve Ankara yoluyla Sivas ve Erzurum’a giderek Gazi Mustafa Kemal’den kendisinin vazifelendirilmesini istediğini 43 kadın silah arkadaşı olarak şark vilayetlerindeki vazifelerini yerine getirdiklerini 1923’de yapılan bir mülakatta anlatmıştır.

Fatma Seher Mustafa Kemal’le nasıl görüşebildiğini yine hatıralarında şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf ve yüzümde peçe ile kapalıydı. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince ilk defa sert bir lisan kullanarak “Ne görüşeceksin” dedi. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye üstün gelerek derhal peçemi kaldırdı ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi ve maruzatımı bir dakika için dinlemesini ısrarla rica ettikten sonra, pek yakınımızda bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler” bilgisini vermiştir. Mustafa Kemal ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sormuş ve aldığı cevaplardan memnun olarak “bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma” demiş ve adı bundan sonra Kara Fatma kalmıştır.” Kendi eli ile yazdığı kağıdı vesika olarak bana verdi. Sıkışık vaziyetlerde sana yarar. Haydi göreyim seni verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git hazırlan ve işe başla” dediğini anlatmıştır.

Kara Fatma aldığı talimatla İstanbul’a gelmiş, Topkapı Pire Mehmet ve Laz Tahsin ile birlikte onbeş kişilik çete kurmuş, köylü kıyafeti giyerek Haydarpaşa’dan trene binip İzmit’e inmişler ve iş bulmaya gelen muhacir görünümünde sayılarını arttırmaya çalışmışlardır. Kısa zamanda doksanaltı kişi olmuşlar, Üsküdarlı Albay Neşet Bey emrinde savaşmışlar, askeri bakımından mühim olan Fındıktepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdir.

Kara Fatma dokuz yaşındaki kızı Fatma, oğlu Seyfettin kardeşleri Süleyman ve Mehmet Çavuş ile davulcular ormanında gizlenmiş olan yüzelli kişilik çetenin başına geçen Kara Fatma Gül-Bağçe, Mecidiyye, Orhaniyye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarıyla ileri gelenlerini ormana celbettirdi. Onlara “Ben Kara Fatma’yım sizin ırzınızı malınızı ben koruyacağım” dedi. “Köylüler memnun döndüler. Kara Fatma bir taraftan sabanca havalisinde silah satın alıyor. Bir taraftanda civar köylerden gelen delikanlıları çetesine yazıyordu. Mevcudu dörtyüzsekseni bulmuştu.”

İzmit Yunan işgali altında idi. O günlerde yırtık pırtık bir köylü kadını pazara öteberi getirip satıyor, akşam olunca şehirden ağır sandıklar alarak esrarengiz bir şekilde çıkıp gidiyordu. Bu kadın iki defa gelip gitmiş dönerken altışar sandık götürmüştü. Üçüncüde bu şüpheli kadını yakaladılar. Sandıklar cephane sandığı idi. Kendisini askeri koğuşlarından birine attılar. Ondokuz gün mütemadiyen dövdüler, dövdüler. Ondokuz gün zarfında tamamiyle dermansız, hasta ve perişan olan bedbaht kadın Kara Fatma çetesinin bizzat reisesiydi.

Müfrezesine kırküç kadından başka yediyüzde erkek katılmış olduğunu söyleyen Kara Fatma, kadınlardan yirmisekizinin şehit düştüğünü, geriye kalan onsekiz kadın ve diğer erkeklerle 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları’na katılmış, bu savaşlarda onsekiz kadını şehit olarak bırakmış, kendi de yaralanmış ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne yani Afyon harbine müfrezesiyle katılmış. Bu savaşla ilgili, onun kahramanlığını zekasını çok iyi anlatan hatırasını onun ağzından yazıyorum.

“Altımdaki Ceylan ismindeki, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevka’1-âde mahirdi. Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşmana müfrezemle taarruz esnasında, hayvanımla düşmanın mevziine sokulmak icap etti. Bu esnada düşman tarafından bir kemend atılarak yakalanmıştım ve hayvanda şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben de bu suretle düşmana esir olmuştum.

Beni yakaladıktan zaman gözlerim bağlanarak, kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürülmüştüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü ve sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargahlarında yarım saat isticvap edildim; benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı; ben de verdiğim cevaplarda kaçamak cevaplar veriyordum. Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler. Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis’in yanına götürdüler. Beni görünce son derece hayretle bana bakıyordu ve “Sen Kara Fatma!” diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı. Biraz sonra hayret ettiğinin sebebini son sualinden anladım. Meğer bunlar, Kara Fatma’yı devâsâ birşey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben “Anadolu’daki Kara Fatmalar’ın en kuvvetlisi benim” demiştim. Beni bilahara bir yere kapadılar.

Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti. Hergün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı. Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi. Şarap içiyorlardı. Misafir olan arkadaşı kalktı gitti. Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu. Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm. Fakat bir türlü inanamıyordum. Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim. Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım. Ondokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra nihayet bir hayli müşkülattan sonra kaçmaya muvaffak oldum. BURSA’NIN işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim. Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmen’liğe terfi edildim.”

BURSA 20 Haziran 1920’de Yunanlılar’ca işgal edilmiştir. Düşmandan temizlenmesi Afyon Zaferi’nden on gün sonra 10 Eylül 1922’dedir. Kara Fatma müfrezesiyle BURSA’NIN KURTULUŞU savaşına da katılmıştır. Afyon ilçelerinden “Burhaniyye Köyü’ne geldiğim zaman artık tamamen Yunan elinden kurtulmuştum; fakat şimdi harb etmek, düşmanı sürmek için bende daha yaman bir ateş uyandırmıştı. Bana ve vatandaşlarıma yaptıkları zulüm, eza ve cefadan dolayı Yunanlılar’a mülevves ayaklarıyla topraklarımızı çiğneyen bu düşmanlarımıza teskin olunmaz bir kin ve nefret duymuştum. Müfrezemi tekrar teşkül ettim ve BURSA CEPHESİNDE harbe girdi. Yunanlılar burada mukavemet ettiler fakat Türk’ün süngüsü yaman şeydir, O’na kimse mukavemet edemez. Bizim vazifemiz kıtatın gerilerine akın etmek ve yollarını kesmekti. Vazifemizde muvaffak oluyorduk. Yunanlılar bizim ordunun hücumuna fazla dayanamadılar. Bozgun başladı; birkaç gün içinde Yunan’ı denize sürdük. Artık vazifem bitmişti. Yorgun vücudumu dinlendirmek için izin verdiler, işte bende bugün memleketimi geziyorum. Vilayeti şarkiyye gittim. Karadeniz sahillerini gördüm bir iki gün evvel de güzel İstanbul’umuzu görmek için buraya geldim” diyor.

Kara Fatma bunları Tanin Gazetesi muhabirine anlatmıştır ve bu konuşma Tanin Gazetesi’nin 5 Temmuz 1923’de yayınlanmıştır.

Benim bugün neden Jan Darc’ın yanında bir Kara Fatma’nında bu nesil için onlar tarafından bilinmesi için çaba harcamakta olduğuma en güzel örnekte; Kara Fatma’nın İstanbul’dan sonra gittiği Konya’da neşredilen Babalık Gazetesi’nde Tenin’deki röportajdan da faydalanarak 9 ve 21 Temmuz 1923’de yayınlanan ve Kara Fatma’nın hayatta her sahada bir erkek gibi karışması mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği cevapdır, şöyle der;

“Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki... Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz, İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı hele kadınları, İstanbul’lu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanıbaşında 10 da kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur”; “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” diyor.

Bu mülakatından onüç yaşındaki küçük kızının da kendisi gibi harbe katıldığını, Kocaeli’deki bir çarpışma sırasında iki parmağını kaybettiğini öğreniyoruz.

Bence bu röportaj ders kitaplarından hiç olmazsa birine girmeliydi!..

Kara Fatma 1944’te yayınlanan hatıralarının sonuna eklediği “Üsteğmenlik maaşımı ne için Kızılay’a terkettim” başlıklı paragrafta şöyle demektedir.

“Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti. Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklememdir. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vatani vazifemi yaptım.”

Ne denilebilir ki sağol yürekli kadın.

Kara Fatma 1954 yılı başlarında bakacak kimsesi bulunmadığından İstanbul’da bir kulübede yardıma çok muhtaç halde yaşamakta idi.

Bunu gazeteler aracılığıyla duyurulmasından sonra İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı kendisiyle görüşmüş ve İstanbul Valiliği, torunlarına okul yardımı yapmış ve yatılı bir okula yerleştirmiştir.

İstiklâl Harbi başlangıcından, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesine kadar Doğu ve Batı cephelerindeki savaşların çoğuna katılmış olan Kara Fatma 4 defa yaralanmış, Yunanlılar’ın elinde ondokuz gün esir kalmış. Rütbesi Üsteğmenliğe yükseltilmiştir.

İstiklâl harbinde silah kullanan canla başla çalışan mücahit kadınlarımızın önde gelenlerinden olan, hayatının son yılları dayanılmaz maddi sıkıntılar içinde geçen Kara Fatma kendisine vatanı vazife tertibinden 17 Şubat 1954’de aylık bağlanmasının ertesi yılında 1955’te vefat etmiştir. (Erzurum’da).

Kara Fatma önce Çavuşluk, daha sonra Teğmenlik ve en sonda Üsteğmenlik rütbesine layık bulunmuştur. Elime geçen yeni belgeler ışığında Çavuşluk ve Teğmenlik rütbelerinin veriliş nedenlerini aktarmak istiyorum. Kara Fatma bir vazife dolayısıyla karargahını Hendek ile Düzce arasındaki Nefren Boğazı yakınındaki bir köye kurmuştur. Eşkiya reisi Lima ile İbrahim bir gece misafir edilmekte olduğu eve gelerek eğer affedilirse bu çeteyle birlikte çalışmak istediklerini bildirip, bunu sağlamasını rica etmişlerdir. Kara Fatma onların bu isteklerini telgrafla Ankara’ya bildirmiş, iki saat içinde bu eşkiyalar ve topladıkları asker kaçaklarının affı emri gelmiş, bunlarda müfrezeye katılmıştır.

Kara Fatma 28 Haziran 1921 ‘de İzmit’in düşmandan temizlenip kurtarılmasına kadar İzmit’te kalmıştır. İznik civarındaki Bereket ve Kara derindeki taarruzda, Aleko - Karaderin hattındaki fedakarlıklar, kahramanlıklar gösterdiği anlaşılır. Mehmet Emin Yalman, İzmit’te bulunduğu sıralarda Kara Fatma ile görüşmüştür; O’na anlattıklarından da İznik’e üçyüzseksen gönüllü getirdiği, bunları intikam taburuna teslim ettiği, bunlar arasında oğlu ile kardeşinin de bulunduğu anlaşılır.

“Bir defada yüzseksen gönüllü topladım İzmit’e getirildim. Bir müddet birlik kumandanlığında bulundum, sağ kolumdan vuruldum, İzmit Hilal-ı Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde tedavi edildim. İnşallah yine cepheye gideceğim” demiştir. Hisarcık’ta, Kaynarca mıntıkası Kumandanı Na’im imzasıyla Süvari Livasına gönderilen yazıda, düşmanın taarruzunun durdurulduğu üçüncü maddesinde Fatma Seher Hanım’ın cepheden gelen efrad üzerindeki te’siri her türlü takdirin üstünde olduğu kaydedilmiş, bunun karşılığı Liva emrinde “Bu günkü harekatta pekçok yararlılığı görülmüş olan Fatma Seher Hanım’a teşekkür ederim” denilmiştir.

26-27 Ağustos 1921 tarihli 193 sayılı Liva tamimi ile de onun bu kahramanlığı açıkça takdir edilerek başka birliklere de örnek gösterilmiştir. Bu çalışmalarından dolayı Çavuşluk rütbesini alan Kara Fatma Kocaeli Grubu Kumandanlığına yazdığı 24 Ekim 1921 tarihli dilekçede “Büyük Milleti’min uhdeme verdiği Çavuşluk rütbesinden dolayı arz-ı şükran eylerim” sözleriyle bu rütbe için teşekkür etmektedir.

Teğmenlik rütbesine gelince; bunu da Kara Fatma’nın kendisinin ağzından yayınlanan bir hatırasından öğrenelim.

“İstiklâl Harbi’nin son taarruzundan evvel 1922 senesinde Çiçek bayramı münasebetiyle Ankara’da davetli bulunduğum sırada davetlilerden başta Atatürk olmak üzere Rus sefiri, Meclis Reisi General Kazım Özalp, Van Mebusu Hasan Bey ve hatırlıyamadığım hükümet erkanından bazı zevatın müvacehezinde işlemeli güzel bir gümüş sigara tabakası milli bir menfaat için müzayedeye çıkarılarak Atatürk’ün bu tabakanın kime hediye edilmek muafık olacağını heyeti huzurunda sordular; derhal heyettekiler Kara Fatma’ya hediye olunması mütalaasını ileri sürdüler ve bu teklif heyetçe müttefikan alkışlarla kabul edildi. Fakat Atatürk benim çok iyi silah kullandığımı işittiğini ve tesadüfen bu Çiçek Bayramı’nda iyi silah kullanan ma’ruf nişancılar arasında bir müsabaka tertip edilmiş bulunduğundan, bu müsabakaya iştirakimi tensip buyurdular. Muaffak olduğum takdirde, sigara tabakasının bu suretle bana hediye edileceğini emir buyurdular.

“Bende müsabakaya iştirak ederek birinciliği kazandığımdan son derece haz duyarak hem mezkûr tabakayı bana hediye ettiler ve hem de Teğmenlik rütbesiyle taltif ettiler.

Kara Fatma’nın görüntüsü ile ilgili yazılardan bir kaçı şöyledir.

Mehmed Emin Yalman’dan “Fatma Seher Hanım belindeki fişenklikleriyle, ayağındaki çizmeleriyle, elindeki kamçısıyla tam bir İstiklâl Harbi akıncısı”

Bir Rus diplomatın hatırasından “Fatma Çavuş kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü bir kadındı. Fatma’nın sırtında siyah bir ceket, altında çizgili bir eteklik, ayağında çizme vardı, belindeki geniş kuşağında tüfenk mermisi, kama, omuzunda kayış görünüyordu. Başını bir yemeni ile sarmıştı”.

Akşam Gazetesi’nde 1923’te yayınlanan bir yazıda Üsteğmen elbisesi giymekte olduğu, göğsünde bir harp nişanı ve istiklâl Madalyası olduğu anlaşılır.

işte bu yiğit yürekli kadının yaptıklarının bu nesle aktarabilmek için Bursa’da bir köşe veya bir büst projesi düşlüyorum. Kara Fatma Erzurumlu, Bursalı değil ki diye düşünenler oldu. Oysa Kara Fatma Erzurum’un kurtarılmasını sağladıktan sonra Bursa’yı da Bursalılar kurtarsın dememiş İznik, İzmit, Alaşehir, Sivrihisar, Bursa dememiş kurtulacak işgal edilmiş neresi varsa oraya koşmuştur. Belki bizlerin onun yaptıkları yanında bir kum tanesi bile değil ama hiç yapmamaktan, hiç anlatmamaktan iyidir diye düşünüyorum.

Bana bu konuda da Atatürk’le ilgili her konuda da olduğu gibi destek, ümit ve güç kaynağı olan Sayın Bursa Valisi Orhan Taşanlar’a sonsuz şükran ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

KARA FATMA ve nice KARA FATMALARA affedin beni bile deme hakkım olmadığına inanarak hatıraları önünde saygı ve sevgi ile eğiliyorum.

ONLAR DA ÇOCUKTU

Millî Mücadele’de Türk Milleti’nin var olma veya yok olma sınırına geldiği fevkalade bir dönemi ihtiva eder. Millî Mücadele’de de Türk çocuklarının milli sorumluluk şuuru içerisinde gösterdikleri fedakarlık veya çektiği çileler ve eziyetler maalesef tam olarak bilinmemektedir. Halbuki o dönemin kaynaklarını taradığımızda Anadolu’nun hemen her köşesinde özellikle işgal gören yörelerinde, çocukların bir destan misali kahramanlık örnekleri sergilediğini görüyoruz.

İşte Antep’e Gazi unvanını kazandıran 11-12 yaşlarındaki Sait Ağa’nın oğlu Mehmet, Şahin beyin oğlu Hayri, şehit Vola Ağa’sının oğlu Mehmet Ali, Arzuhalci Ali Efendi’nin oğlu İsmail, hepsinin hikayesi birbirinden ilginç.

Tarsus’tu kahraman Mehmet Küçük “Büyük Gazi” diye anılır. Adana’da 10 yaşındaki bacağını kaybeden Mehmet ve adına türkü yakılan 14 yaşındaki Bozan.

Maraş’ta Sırca Köyü’nden 14 yaşındaki Ali.

Osmaniyeli 10-11 yaşlarında Pulcu Mehmet oğlu Niyazi Aykan.

Çocukların Millî Mücadele sırasındaki hizmetlerini tasnif edecek olursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

1) Yeri geldiği vakit eline silah alıp bilfiil çarpışarak cephelerde,

2) Haber getirip götürmekle istihbaratta,

3) Cepheye su, ekmek, mermi vs. taşıyarak lojistik hizmetlerde oldukça faydalı olmuşlardır.

İŞTE -BURSA’DA MİLLÎ MÜCADELE ÇOCUKLARI

ilk BMM’de henüz pek kritik durumda olan cephelerden bahsedilmektedir. Bursa Milletvekili Muhiddin Baha (Pars) uzun gözlemlerini anlattığı konuşmasını şöyle bitirir.

“Efendiler bu sahifeyi burada kapattıktan sonra müsadenizle bir müşahademi arz edeceğim. Geçenlerde İnegöl cephesinde ağaçlar arasında sis ortasında gazilerimizi ziyaret eder ve onların ayrı ayrı ellerini sıkarken 15 yaşında kadar bir çocuk gördük. Ona “Oğlum burada ne yapıyorsun? dedim. “Vatani vazifemi yapmaya geldim” cevabını verdi. “Peki hiç muharebeye karıştın mı? Düşmanla cenkleştin mi? Sualime de “evet” diye katıldığı çarpışmaları, boğuşmaları saymaya başlayınca ben, bu çocuğun karşısında bir parça küçüldüğümü hissettim. Sonra daha ileride yine Gaziler arasında ve babasının yanında babasıyla omuz omuza düşmana karşı harp eden 12 yaşında Feridun isminde bir çocuk gördüm ki! Efendiler bir diyorum ama hangisi bir?

Cephede her adımda bir böyle henüz çocuk denecek yaşta silaha sarılıp canını fedaya gelmiş nice nice yavrularımız var!..

İşte bu çocuklardan biri de Emekli Süvari Subayı Süleyman Bey’in oğlu İnegöllü Kamil idi. Bu çocuk bu bölgedeki pek çok muharebeye katılmış. Cumhuriyet döneminde Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra Harp okuluna giren Kâmil’e önceki kahramanlıklarından dolayı İstiklâl Madalyası verilmiştir.

İnegöl’de savaşa katılan Albay Rahmi (Apak) bey şu gözlemini aktarmaktadır.

“Siması hâla gözlerimin önünde. Sarı saçlı, ak yüzlü bir çocuk. Bir evin içinden çıkan (herhalde kendi evi olacak) bir Yunan askerini kovalıyor. Elinde bir balta Yunan erinden daha hızlı koşuyor. Ona yetişti, kafasına baltayı indirdi. Yunan eri cansız yere yuvarlandı. Kaçan Yunan askerlerinin diğer bazı sokaklarda ise inegöllü kadınların pencerelerden attıkları saksı ve testilerle zararsız hale getirildiğini gördüm.

Bu mücadelede sadece erkek çocuklar değil kız çocukların da başarısı bilinmektedir. Buna en güzel örnek 12 yaşındaki Nezahat kızımızdır.


Kaynaklar
•İlknur kalıpçı (Emekli Öğretmen), Yayınandığı yer: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 42, Cilt: XIV, Kasım 1998, Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı


9 Eylül 2012 Beykoz İstanbul 
Yakup Aksoy
 İyi Bir Haber  
 http://iyibirhaber.blogspot.com/



13 Ağustos 2012 Pazartesi

Sakarya-Karasu'da 12 Ağustos "KÖTÜLERE ALLAH (c.c.) TAŞ YAĞDIRIR" Günü Olarak Anılsın

























12 ağustos 2012'de Karasu'da sağanak yağmur yağdı. Ama yağan su değil, kar değil taş kuvvetinde dolu gülleleri idi. Yağan dolu araçların çamlarını kırdı, bina camlarına ve o anda yürüyen vatandaşlara zarar verdi.. Karasu'yu talan eden tahrip eden yerel ve ülke idarecileri için bu yağmur Allah (c.c.) tarafından kötülere ve kötülüklere verilen bir ihtar işaret mahiyetindeydi.

Karasu'yu tahrip edenler ve tahribi seyirci kalanlara ihtar mahiyetindeki bu şok dolu yağmur günü hep hatırlanmalıdır. İnsanlar bilmeli ki kötülerin cezasını kul vermez-veremez ise de Allah (c.c.) verir. Onun için Sakarya-Karasu'da 12 Ağustos "KÖTÜLERE ALLAH (c.c.) TAŞ YAĞDIRIR" Günü Olarak anılsın. Kötüler teşhir edilsin özellikle plaj mevkiine yağan yağmur fotoğraf ve videolarla gösterilerek hatırlatılsın. Karasu'yu talan eden, ziyan eden kişi ve kurumlar teşhir edilsin. Artık bu tür doğa tahribatları yapılmasın, önlensin...

HABER &VİDEO: CEVİZ BÜYÜKLÜĞÜNDE DOLU ARAÇLARA ZARAR VERDİ (SonDakika.com)

Sakarya'nın Karasu ilçesinde etkili olan dolu yağışı birçok hasara yol açtı. Ceviz büyüklüğündeki dolu nedeniyle araç trafiği aksadı, park halindeki araçlarda büyük hasar meydana geldi.

Karasu'da 10 dakika boyunca etkili olan dolu yağışı, hayatı olumsuz etkiledi. İlçenin büyük bir bölümünde etkili olan dolu, park halindeki araçlara büyük zarar verdi. Araçların camları kırıldı, kaportalarında hasar oluştu. Bazı binaların camları kırıldı, dolu öncesinde etkili olan fırtına nedeniyle bazı ağaçlar kökünden sökülerek yıkıldı. Dolu yağışı nedeniyle araç trafiği aksadı, yollarda su birikintileri oluştu.

Doğu Karadeniz Caddesi'nde park halinde bıraktığı aracı zarar gören Önder Uzun, "İlk defa böyle bir şey gördüm. Aracımın arka camı kırıldı. Kaportada ezikler oluştu. Çok büyük hasar var." dedi.


KARASU'YU KARASU YAPAN KUMSALI TAHRİP EDİLDİ, FINDIĞI ZATEN PARA ETMİYOR.
Karasu Sakarya ilinin Karadeniz kıyısında en fazla turist çeken doğal güzellikleri ve 10 km uzunluğundaki altın kumsalı ile en popüler ilçesiydi. Ama kısa vadeli çıkar hesapları, siyasetçilerin doyumsuz yeme yutma iştahları yüzünden önce kumsal ve birlikte sahil şeridindeki imarsız, plansız gecekondu türü yapılaşma ile tahrip edildi.

Kumsalın orta yerinde Balıkçı barınağı diye başlayan yapılaşma zamanla limana dönüştü. Karasu Limanı açılmadı ama yanındaki Gündoğdu Tersanesi hem devletten hem de milletten yedi yuttu. Karasu kamuoyu ve konu ile ilgili kesimler bu talan ve kıyımı çok iyi bilirler..

Karasu'da bu felaket ve soygunlar oluşurken mahalli halk "Karasu sanayi ve turizm şehri oluyor.. herkese iş verilecek.." diye kandırıldı.

Yerel idareciler ve Kamu İdarecileri bu yalanın temsilcisi ve orta ölçekte nemalananları oldu...

Ama asıl rant Memleketi idare eden "Büyük Devletimin Büyük Adamları (!)", siyasetçileri ve idarecileri tarafından yenildi, yutuldu..

Bu sözleri çok rahatlıkla söyleyebiliyorum çünkü Karasu şimdiki haliyle savaştan çıkmış, doğal kaynakları perişan olmuş, çarpık yapılarla dolu, 1o km'lik kumsalı tahrip olmuş, yıkık dökük binalar ve mutsuz insanlarla dolu haldedir.

Karasu'yu yönetenler ve Karasu hakkında karar verenler son 30 yılda Karasu için hiç bir şey yapmamış olsalardı Karasu şimdiki halinden bin kat daha güzel ve değerli olurdu.

KARASU KALAN DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKABİLSİN, RANTÇILARIN, SİYASETÇİLERİN LOKMASI OLMASIN
Benim çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği bu harika ilcenin şu halini gördükçe içim yanıyor.. Hiç bir kuvvet artık Karasu'yu o eski doğal turistik haline getiremez ama en azından bundan sonra daha kötüye gitmesin diye bu yazıyı biraz hiciv, biraz da taşlama türü ile kaleme aldım..

Konu hakkında daha önceki yıllarda haber makale türünde sorunlar hakkında tespit ve önerilerim olmuştu. Umarım bu yazım ilgili beyni ve yüreği normal duyarlı bir insana etki eder de en azından kalan değerlerimizin bir kısmı kurtulabilir..

Oy vermekten, kendi yöneticilerini seçmekten başka hiçbir sucu ve sorumluluğu olmayan mazlum, masum ve mağdur Karasu'lu vatandaşlar; "-Bizim günahımız ne, bu dolu yağmuru bizimde başımıza dolu yağdı.." diyebilir... Eee engel olacaktınız, verdiğiniz oy'un doğru kullanıldığını hesabını soracaktınız... İşin özeti: mesajı doğru alalım, üzerimize düşen görev sorumlulukları Hak'ka itaat ederek hakkıyla yapalım ki her şey daha güzel olsun.

12 Ağustos 2012 Beykoz İstanbul

Yakup Aksoy
Mantı Keyfi Kurucu Ortak, Kemençe Sanatçısı, Karikatürist

YAKUP AKSOY'UN KARASU KONULU DİĞER HABER&MAKALE VE VİDEOLARI
Karasu Limanı'nda Turizm Patladı(!) İT’ini, AT’ını OT’unu Kamyona Yükleyen Turistler Kumda Güneşlenip Hep Birlikte Denize Giriyor..

Sakarya'nın Karadeniz'e açılan kapısı olan Karasu ilçesinde 1994 yılında balıkçı barınağı olarak başlanıp 2002 yılında ticari gemilerin yanaştığı liman olarak değiştirilen Karasu Limanı; liman olarak değil ama yerli ve yabancı turistlerin denize girdiği bir plaj olarak hizmet veriyor..
2010 yazının en sıcak günlerini yaşandığı temmuz ortalarında trilyonlarca lira harcanarak tamamlanan Karasu Liman Plajı’nda aynı anda yerli turistler ve atı, iti, otuyla limana kamyon dolusu turist gelerek Karasu’ya turizmle ilgili girdi sağlıyorlar..


Karasu'da Zaman 2010=Bir iyi, birkaç kötü haber var.
11 Eylül 2010'da Karasu'da neler oluyor?..Bayramlaşıp gezip tozarken gördüklerimi belki birilerinin dikkatini çeker ve care olur diye paylaşıyorum..
1-Seyit Usta 4X4 Forklift Yapıyor..
2-Maden Deresi Garip, terkedilmiş ve kurtarılmayı Bekliyor..
3.Tuzla yükseliyor..
4-Karasu Merkezde yıllardır mezar gibi duran metruk bina neyi bekliyor?..
5-Turistik Karasu Plajı ve Kumsalı Bitti Şimdi Liman, Müzikhol zenginliği var..Karasu Çarşısından denize girme ayrıcalığı zamanı..yaklaşıyor..

HABER: Seyit Usta=Karasu'da İyi Şeyler'de Oluyor
Karasu’ya her geldiğimde ailemi, arkadaşlarımı, kaybolan kumsalımızı dolaşırım ama bir kişi, bir yer var ki orayı özel olarak ziyaret ederim Karasu’da ters giden, tükenen doğa ve kaynakların aksine burada yeni fikirler, makineler, buluşlar yapılır, iş üretilir aş üretilir.. Bir başına ailesi, çocuklarıyla kendini beynini ve sevgisini işine veren Seyit Usta’yı ne zaman gitsem yerinde bulurum ve hep çalışır, hep üretir Karasu ve memleketi için.. Bu bayram ziyaretinde yine SEYİT USTA’yı mekanında ziyaret ettim ve “DÜN DEĞİL; BUGÜN VE YARIN”a dair projeleri konuştuk görüştük.. Seyit Usta’nın mucit-buluşçu tarafını ve proje, beklenti ve isteklerini anlatmak heyecanına ortak olarak birlikte bir şeyler üretebilmek amacıyla paylaşmak istedim.

VİDEO: Seyit Usta=Karasu'da İyi Şeyler'de Oluyor
Kumsalı kaybolmuş, Maden Deresi terkedilmiş Karasu'da birisi varki çalışıyor, üretiyor..İcatlar buluşlar yapıyor..İş, aş, değer üretiyor durmadan dinlenmeden çalışıyor Seyit Usta.. Trabzon Köprübaşı-Güneşli Köyü'nde doğup gurbet elde aklı gönlü ve tırnaklarıyla çalışarak yükseliyor.. Musaoğlu Muhammet=Muahammet Uzun=SEYİT USTA.. A'dan Z'ye kendi tasarlayıp yapdığı "MİNİ KEPÇE"yi oğlu kulllanıyor, Seyit Usta seyrediyor.. 11.Eylül 2010

27 Temmuz 2012 Cuma

Yakup Aksoy'un 2012 Yaz'ında Trafik, Tarım, Turizm Tespit ve Önerileri


Yakup Aksoy / Mantı Keyfi Kurucu Ortak, Kemençe Sanatçısı, Karikatürist
Bu yaz öncekilere göre daha uzun bir yaz tatili yapma imkanı buldum (7-22 Temmuz 2012).. 15 günlük tatilimde İstanbul, Eskişehir (İçmeler, Sivrihisar, Mahmudiye ilçeleri) Ankara, Denizli, Muğla, Marmaris, Datça ve Yarımadası, Bodrum Yarımadası ve koyları, İzmir, Manisa, Akhisar Bursa ve İstanbul hattında tatil yaptım.... Gezdiğim yerlerin tarihi turistik ve doğal yerlerinde dinlenip eğlenirken doğam gereği köylere, dağlara ve halkımın yaşadığı yerlere de uğradım bölgede bu anlamda ilgimi çeken konuları problemler ve çözüm önerilerimi de paylaşmak istedim sizlerle..


Gördüklerimin özeti: Böylesine tarım, turizm ve hayvancılık imkanlarının olduğu bir ülkede ilgili Bakanların Kamu yöneticilerinin hiç uyumaması dikkatini ve mesaisini koruma, iyileştirme ve yeni projelere ayırması lazım yönündedir... Görülen o ki kaynaklarımız ya boşa harcanıyor ya da değerlendirilemiyor... Ayrıca ana arterlerde otoban yolar tamamlanır ve bu yollarda "Ortalama Ağırlıklı Hız Kontrolu" yapılırsa trafik kazalarının önüne geçilmiş olur...Benzer diğer küçük öykü tespit ve öneriler var yazımın devamında...


"MANTI KEYFİ"YLE BİRLİKTE BODRUM DAHA DA KEYİFLİ OLACAK
Seyahatimin özellikle Bodrum ayağında yarım adayı dolaştım, koyları tek tek gezdim.. Bodrum merkezde kale ve marina civarında gece hayatının canlılığına şahit oldum... Gözlemlediğim Bodrum'da deniz ve güneşten istifade ederek tatil yapmaktan daha çok gündüz bir yerlerde kaybolup akşam ve gece eğlencesi yapmak üzerine kurulmuş gibi. Yalıkavak ve Göltürkbükü daha çok A+ restaurant ve otellerin hakim olduğu ve dolayıyla pansiyon ve ucuz otellerin olmadığı bir yer.. Turgutreis'de halkın denize girebileceği küçük bir alan var... Dağların etekleri ve ovalarda koyların gerilerinde her yer küçük beyaz evlerle kaplı. çok önemli bir nüfus barındırıyor Bodrum.
Tekstil, Yiyecek, İçecek, Gıda ve benzer konularda global ve ulusal markalar neredeyse her belde de şubeleriyle göze çarpıyor. Tüm bankaların şube ATM'leri var her yerde. Bodrum marka ve müşteri profili acısından İstanbul'un Bağdat Caddesi, Nişantaşı, Bebek, ve Nispetiye Caddesinden daha büyük olmuş gibi görünüyor..

Tatil yörelerinde yoğurtlu suda pişen yada kızarmış mantı hafif bir yiyecek olması itibarıyla çok tercih ediliyor. Mantı konusunda A+ müşteriye hitap eden "Casita" ve oradan ayrılanların kurduğu "Bodrum Mantı" faklı yerlerdeki şubeleriyle hizmet veriyor. Her iki mekanda mantıyı ön planda tutmasına rağmen diğer cafe restaurant ürünleri ile de iş yapıyor.. Ayrıca her semtte irili ufaklı logal mantı lokantaları var. İşte bu durum tespitinden sonra içeriğinde 45 çeşit mantı bulunduran Mantı Keyfi'nin Bodrum'da olması bir ihtiyaç ve zorunluluk olarak gündemimizde yerini almış oldu. Mantı Keyfi Cafe&Restaurant konseptiyle B ve A+ müşteri grubuna "sağlıklı ve hızlı ürünlerini" hamburger menü fiyatıyla sunacak Bodrum'da. Bu konu ile ilgili ön araştırmaları yaptık yakın zamanda Bir franchise ile ya da merkez ofis'den yönetilen bir şube ile hizmet vermeyi planlıyoruz.

Yine seyahat ettiğimiz bölgede bulunan Eskişehir, Ankara, Marmaris, İzmir'de de Bodrum'da olduğu gibi Mantı Keyfi şubeleri kurmak hem ihtiyaç hemde ticari anlamda gerekli olacak.


SAKARYA NEHRİNİN DOĞDUĞU YER ÇİFTELER-ESKİŞEHİR'İ BU ÜLKEDE YAŞAYAN HERKESİN EN AZ BİR KEZ GÖRMESİ GEREKİR
Seyahatin ilk durağı Eskişehir'de bir Kırım-Tatar düğünüydü... Otantik ögelerin olmadığı düğün sonrası Eskişehir-Ankara yolu üzerinde Sakarya nehrinin doğduğu yere menbağına geldik. Çifteler ilçe merkezinin 2 km. yakınında Sakarya ovanın orta yerinde çağlayarak çıkıyor... Nehir Karasu -Yeni Mahalle'den Karadeniz'e dökülürken taşıdığı suyun tamamını kaynağından bir seferde çıkarıyor sanki. Türkiye ve dünyada pek çok nehir şelale vardır seyredilmesi ilginçtir ama dağ, bayır, orman olmayan ovanın orta yerinden çağlayarak buz gibi masmavi bir su çıkar, gürül gürül akar giderse eh buna durup bir bakmak selam vermek lazım.. İşte o su, Sakarya'nın Çifteler'de doğduğu yerdeki sudur...

Kaynağın etrafında halkın serbestçe girebileceği piknik yerleri, çay bahçeleri ve restaurantlar var. Tabii bu oluşum zaman içinde ihtiyaçlara göre doğal şekilde meydana gelmiş. Bu alan kültür, turizm ve ticari anlamda bir çekim merkezi olması için farklı... Bölgenin doğal ve kültürel yapısını bozmadan ve hatta destekleyerek profsyonel bir elin bu bölgeye değmesi lazım... Eskişehirde çok başarılı şehircilik örneklerim üreten Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in dikkatinden kaçmış burası muhakkak..


SAKARYA NEHRİ YATAĞINDA İKİ İNSANIN SARAMAYACAĞI BÜYÜKLÜKTE KÜTÜKLER 20 YILDIR ÖYLECE BEKLİYOR
Yine bu Sakarya Nehrinin doğduğu yerin hemen yakınında 5-6 tane çınar yada selvi ağacı gövdesi görüyorsunuz. Her ağac iki insan bir araya gelse elleriyle saramayacağı kadar büyük görünüyor. Belli ki her ağaç en az 300-400 yılda yetişmiş ve bir şekilde topraktan çıkarılmışlar. Ağaçlar köküyle çıkarılmış yada çıkmışlar topraktan. Çevre sakinlerine bu kökleri sorduğumda "-20 yıldır bu bu ağaç gövdeleri burada duruyor.." diyorlar.  Bu ağaçlar İlcenin Kamu yöneticileri Tarım ve Ormancılık Bakanlığı yetkililerince incelenmeli. O bölgede o ve benzer ağaçların yeniden dikilmesi sağlanmalıdır...

Sakarya nehrinin doğduğu yer yeniden tarım, doğa, kültür ve turizm penceresinden değerlendirilmeli. O bölgenin tarihi ve kültürel yapısına uygun projeler hazırlanıp uygulanmalı. yapılan iş ve işlemler doğayı ve çevreyi doğal ve otantik yapısına uygun tarzda olmalıdır.
Bu konu öncelikle Çifteler Kaymakamı ve Belediye Başkanı'nın sorumluluğundadır. Sakarya'nın doğduğu yer Sümela Manastırı, Uzungöl, Manavgat Şelalesi, Kurşunlu Şelalesi gibi bilinen görülen ziyaret edilen bir yer olmalıdır.. Bu durum o bölgedeki Kamu İdarecilerinin ve onu destekleyen özel sektör girişimcilerinin marifetiyle olabilir ancak.


ESKİŞEHİR-SİVRİHİSAR-ANKARA OTOYOLU'NDA UYGULANAN "AĞIRLIKLI ORTALAMALI HIZ KONTROLU" TÜRKİYE GENELİNDE UYGULANMALIDIR
Türkiye ölümlü, hasarlı ve yaralamalı trafik kazalarında dünya şampiyonu malum. Özel gün ve haftalarda bu ölümlü kazalar daha da fazla artıyor. özellikle Sivrihisar-Polatlı-Ankara otoyolunda "Ağırlıklı Ortalamalı Hız Kontrolu" uygulaması ile trafik kazlarının önüne büyük ölçüde geçilmiş durumda...

Bilmeyenler için  "Ağırlıklı Ortalamalı Hız Kontrolu"nü açıklamaya çalışalım: Bu uygulamanın yapılacağı yollar  otoban olup önceden ve yol boyunca uyarı ve bilgilendirme yapılarak hızınızı  belirlene seviyede tutmanız sağlanıyor. uygulama alnına girdiğiniz zaman araç plakanız okunuyor yapmanız gereken hız ve mevcut hızınız gösteriliyor. İşlem uydu üzerinden takip ediliyor. Sizde aracınızı olması gereken hız sınırında kullanıyorsunuz. Yol boyunca dijital panolarda hızınızı görerek gidiyorsunuz. Uygulama alanı bitiminde yaptığınız ağırlıklı ortalama hız ve yapılması gereken hızı görüyorsunuz. ya teşekkür ediliyor yada adresinize ceza ihbarnamesi gönderiliyor.

Seyahatimin devamında Denizli-Muğla-Marmaris-Bodrum-İzmir-Manisa hattında bu uygulamayı göremedim. Oto yolların "otoban"a dönüştürülme inşaat faaliyeti belli bölgelerde devam ediyor.. kısa sürede özellikle ana arterlerde bu uygulamanın yaygınlaştırılmasını diliyorum.

TÜM TÜRKİYE'DE "OTOBAN YOLLAR TAMAMLANIP VE AĞIRLIKLI ORTALAMALI HIZ KONTROLU" SAĞLANDIĞI ZAMAN TRAFİK KAZALARI DA BİTME NOKTASINA GELECEKTİR
Yollarımızın durumu ve trafik kazalarının önlenmesi ile ilgili durum tespiti ve önerimi özellikle bir başlıkta toplamak istedim. Türkiye genelinde özellikle ana yollar otoban (gidiş-ve dönüşü ayrı ve müstakil olan yollar) olarak tamamlandığında ve bu yollarda uydu üzerinden "Ağırlıklı Ortalamalı Hız Kontrolu" yapıldığı zaman trafik kazaları bitme noktasına gelecektir. Bu duruma bir ilavem daha olacak yasal ve zorunlu hız ve sürüş durumları, yol durumları daha çok ve görünür levha ve ışıklandırmalarla yapılmalı... Kazalarla kaybettiğimiz zaman, insan ve değerleri göz önüne aldığımız zaman yapacağımız çalışmaların hiç de zor ve imkansız olmadığını anlarız.


MARMARİS'TE TURİZM'DEN GELİR BEKLENİYORSA ÖNCE  YANAN ORMANLAR TEKRAR YEŞERTİLMELİDİR
Marmaris koyları, denizi, Datça yarım adası ve çam ormanları ile dünyanın sayılı oksijen merkezlerinden biri. Nem yok denebilecek kadar az. Yazın sıcağını hissetmiyorsunuz bu yüzden. yarım adada koylarda deniz dalgasız ve tuz oranı çok normal. Suyu tertemiz çünkü bölgede Sanayi hiç yok konut da yok denecek kadar az Marmaris'in toplam büyüklük ve denizlerine oranla. Ben dört üncü kez Çubucak Orman Çadırlı Kampında tatil yaptım gökyüzüne baktığımda çam ağacının dalları ve oynayan sincapları gördüm.. Toprağın serinliği çırçır böceklerinin ahenkli sesi ile iki adımda girilen berrak denizde yüzdüm.

Ama bölgeye ilk kez geldiğim 1998 yılında Bozburun-Selimiye tarafından gelen orman yangını Hisar Önü-Değirmen Yanına dayanmıştı. Şimdi aradAn 14 yıl geçmiş halen hiç ağaç çıkmayan bölümler var. Yine Çubucak'ın Ege Denizi tarafındaki dağ kesimi 1978 yılında çıkan bir yangında yanmış, Datça istikametine doğru olan kısım 1995 de yanmış. Datça Yarım Adasının mevcut ormanlarından daha fazlası yangınla kaybedilmiş.

Çevre köylülerle yaptığım görüşmelerde orman dikim işinin rutin olarak Bakanlık tarafından yapılmadığını dile getiriyorlar.. Zaman zaman havadan helikopter ile çam ağacı tohumu serpmişler. Yine köylüler şu an Çubucak Kampındaki kadar büyük çam ağaçlarının dağlarda yangın öncesinde var olduğunu dile getiriyorlar. Bunu anlamı şu istenir ve titiz bir çalışma yapılırsa ormanlarımız eskisinden daha da iyi olabilir. Marmaris'i tercih edenler güneş, deniz, çam ormanları ve onun oksijeni için istiyorlar. Öyleyse Turuizm ve Kültür Bakanlığı ile Tarım ve Ormancılık Bakanlığı yakılan ve kaybedilen ormanlarımızı tekrar kazanma yolunda proje geliştirsin ve gerekeni yapsınlar diyorum..

Yada kolaylık olsun  diye söylüyorum 2B yasası ile sağlanan fonun  bir kısmı yanan yıkılan ormanlarımızı yeniden canlandırmak için kullanılsın..


"YAKUP AKSOY KEMENÇEYLE WORK SHOW" ÇUBUCAK ORMAN ÇADIRLI KAMPI SUNUMU BEĞENİLDİ
2010 Şubat ayından beri "Kemençe Öğrenme Sevdam" yüzünden ben neredeysem Kemençem de orada oldu. Çadır kampında da bazen kamp meydanı bazen deniz kenarında bazen iskelede kamp sakinleriyle Karadeniz ve Anadolu ezgilerini hep birlikte çalıp söyledik sohbet edip eğlendik. Benim karakter ve yeteneklerimi kemençeyle sergileyebileceğim sahne sunumumu kampta her akşam canlı müzik yapan orkestrayla birlikte sundum. 30 dakikalık "Yakup Aksoy Kemençeyle Work Show" izleyenler tarafından beğenildi. Bu Show benim için yeni bir deneyimdi ve kamptan ayrılırken eğlenmek, dinlenmek yanında Kemençe konusunda öğrenerek yeni deneyimler edinmiş olarak ayrıldım.

ETKİNLİK VİDEOM:Yakup Aksoy Kemençeyle Work Show 2012 (Uzun inçe bir yoldayım) Marmaris Muğla  İyi seyirler dilerim...


DATÇA'DA KASIM AYINDA TOPRAĞA DİKİLEN FİDELERDEN ŞUBAT MART AYLARINDA BAHÇE DOMATES VE SALATALIĞI ALINIYOR
Datça özellikle nemsiz havası ve kar yağmayan kışı ve bol oksijeni ile tercih edilen bir yer. İlginçtir bu durum tarım için de çok elverişli ki o bölgede sonbaharda tarla ve bahçelere diklen fideler kışın sonu ilk baharın başlarında bahçe mahsülu olarak market raflarına evlerimize geliyor. Bu durum bana ilginç geldi cünki topraksız tarım yapmanı  mümkün olduğu günümüzde  aynı Datça'da daha çok ürün nasıl üretilir sorusuna yeni proje ve uygulamalarla çözüm bulmak lazım... Datça'da ekim dikim alanı çok geniş değil denizden sonra bir düzlük ve devamında kayalıklarla dolu cam ormanları ve dağlar var...

Ne bileyim belki biraz absürt gibi gelebilir ama çok katlı seralarda topraksız tarım ile üretim yapmak iyi olabilir Datça'da... Yada konut ve turizm ve tarım alanlarını düzenlerken bu durum dikkate alınabilir. 


AKHİSAR/MANİSA'DA 50 YILDIR HİZMET VEREN ESNAF HALİM DİNMEZ'DEN ALIŞVERİŞ YAPMAK LAZIM
Seyahat ettiğim yol ve yerlerde ilce, ve köy merkezlerinde bulunmayı insanımızın evine barkına hanesine girmeyi seviyorum. Akhisar İlce merkezinde tesadüfen gördüğüm Bakkal Halil Dinmez bana kaybolmakta olan esnaflık kültürünün çok değerli yönlerini bana gösterdi. Onu paylaşmak istiyorum.

Akhisar çarşısında Parkın hemen köşe başında 20 m2'lik dükkanında BAKKAL HALİM DİNMEZ tebessüm ederek ve halinden memnun huzurlu bir insan rahatlığıyla "-50 yıldır vergi ödüyorum.." diyor... 50 yıllık sebat, sabır, istikrar ve çalışkanlığın bir tarihi anıtı Halim Dinmez... O'ndan çok çoook şey öğrenmemiz lazım... Kaybettiğimiz pek çok değeri yaşayarak yaşatıyor ekmek teknesinde Halim Amca..

Bakkal dükkanında ağırlıklı olarak Tulum peynir, İzmir teneke tulumu, tereyağı, beyaz peynir, kahvaltılık lor, zeytinyağı,, zeytin başta olmak üzere, gaz, tuz, bez türünden de yaklaşık 50 çeşit ürün var.. Halim Amca bu mekanda Akhisar'a gelen Global yiyecek markaları ve market zincirleri ile mücadele ediyor.. O yıllarca bu ekmek teknesinden ailesini besledi.. Okula, askere gönderdiklerinin harçlığını yolluğunu buradan kazandı... Burada sadece yemek içmek için ihtiyacınız olan ürünleri almıyorsunuz sevgi, kültür ve bilgi ile ruhunuzu yüreğinizi de besliyorsunuz..

Tesadüfen girip çok sevdiğim Halim Amcanın dükkanından Allah sağlık verirse bu yoldan geçtikçe hep alışveriş edeceğim.. Özellikle çevrede yaşayanların Halim amca'dan alışveriş etmesini tavsiye ederim..

Nemi aldım Halim Amca'dan İzmir Teneke Tulumu ve kahvaltılık lor.. Her iki ürün de çok çok iyiydi.. ve hesaplıydı..


DENİZLİ'DE BURHAN CANLI'YI MANİSA'DA MUSTAFA YEŞİL SARIKAYA'YI GÖRMEDEN GEÇMEM BEN BU YOLLARDAN
Rahmetli babam Hüseyin Aksoy gittiği her yerde mutlaka bir dost, akraba ve hemşehriyi arar sorar ve hatta onun evinde misafir olurdu.. Benimde böyle bir yanım var babamdan kalma. Gezi yolumdaki çok değerli iki arkadaşıma da uğradım hasret giderdim onlarla. Burhan ve Mustafa 1981 yılında birlikte tahsil hayatına başlatığımız Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden tanıdığım arkadaşlarım.

Önce Burhan'ı  Sümerpark AVM'de iş yerinde buldum görüştük iki gün sonra bana Eşi Kifayet ve oğlu Gökberk'le Çubuçak'ta Çadırımda misafir oldu. Keyifli anlar yaşadık.

Dönüş yolunda Manisa'da Mustafa Yeşil Sarıkaya ile Ulu Cami'nin avlusunda ulu çınar ağaçlarının altında serin esen rüzgarla birlikte Manisa'yı seyrettik.. Güzel bir molaydı, sonraki yolculuk daha da güzel oldu bu yüzden.

YURDUMUN DOĞAL VE KÜLTÜREL KAYNAKLARI BİZİ HER ZAMAN BESLER YETER Kİ KIYMETİNİ BİLELİM KORUYALIM KOLLAYALIM HEP BİRLİKTE
Dinlenme, eğlenme, öğrenme ile geçen günler den sonra İstanbul'a dönmek yeniden işe koyulmak tatil yapmak kadar keyifli şimdi. Gezip gördüğüm yerler bana bu doğal ve kültürel değerleri koruyup kollamamız durumunda daha çok uzun yıllar beslenebileceğimiz inancımı kuvvetlendirdi. Birde böylesine doğal ve kültürel kaynaklarımız atıl dururken ilgili kamu yöneticilerinin nasılda rahat olduklarına, koltuklarında rehavetle oturduklarına şaşırıyorum...

Yurdumun her yerinin üretim ve bolluk içinde, yaşamak için tatil yeri kıvamında olmasını diliyorum.


Yakup Aksoy
22 Temmuz 2012 Beykoz İstanbul

5 Temmuz 2012 Perşembe

Mezunlar Erzurum'da 2012'de Yakup Aksoy'un İzlenimleri


Yakup Aksoy /Mantı Keyfi Kurucu Ortak, Kemençe Sanatçısı, Karikatürist
İlk kez evimden uzakta bir başıma hayata adım attığım Erzurum Atatürk Üniversitesinde yeniden o hatıraları tazeledik.  Benim gibi Üniversite’de eğitim gören ve mensubu olan pek çok insan 3 gün süren etkinliklerle Erzurum’un yeni yüzü ile hatıralardaki halini harmanladı yaşadı. Yurtlarda kalındı, Mediko Sosyal Yemekhanesinde kuyruğa girilerek “Ayran aşı çorbası, etli patates, pilav ve kadayıf dolmadan oluşan menü” yenildi… Fakültelerde sınıflarda ders yapıldı… Şehrin ve Üniversitenin tarihi ve öğrenci mekanları ziyaret edildi.
55 yıllık geçmişi ve 200 bini aşkın mezunuyla Türkiye'nin en köklü ve etkili üniversiteleri arasında yer alan Atatürk Üniversitesinde;  Atatürk Üniversitesi Mezunları ve Mensupları Derneği tarafından organize edilen ve Atatürk Üniversitesinin destek verdiği "Mezun Buluşması ve Eski Mezunlar Kep Töreni" gerçekleştirildi. Tören sonrası TRT Erzurum radyosu sanatçıları ve Yakup Aksoy Karadeniz Kemençesiyle konser verdi.
Yurdun dört bir yanından gelen Atatürk Üniversitesinin eski mezunları mezun oldukları üniversitesi gezdiler, fakültelerini ve sınıflarını ziyaret ettiler ve Erzurum'u gezdiler. Bir kısmı eşleri ve çocuklarıyla Kampüs alanındaki yurtlarda kalarak mezunlar eski günleri de yaşadılar.
Havuz başındaki Atatürk Anıtı önünde toplanan Atatürk Üniversitesi mezunları Gebze Belediyesi Mehteran Takımı eşliğinde tarihi Yakutiye Medresesi önüne kadar yürüdüler. Kortej yürüyüşüne Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ,  Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, İl Emniyet Halit Turgut Yıldız, Atatürk Üniversitesi Rektörü Hikmet Koçak, Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörü Muammer Yaylalı, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İrfan Aslan, Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Samih Diyarbakır, Prof. Dr. Fahrettin Korkmaz, Prof. Dr. Sebahattin Tüzemen, Genel Sekreter Doç. Dr. Mustafa Arık, dekanlar, öğretim üyeleri de katıldı.
"MEZUNLAR ERZURUM'DA" FİKRİ ÇOK İYİYDİ, ERATÜN BAŞKANI FATİH ŞENER VE YÖNETİM KURULUNU TEBRİK EDİYORUZ DESTEKLERİ İÇİN REKTÖR HİKMET KOÇAK'A TEŞEKKÜR EDİYORUZ
2oo bin mezun veren Anadolu'nun diğer ucundaki Erzurum'da böylesi geniş vizyonlu bir toplantı fikri hem buluş hem de başarma yönünden takdire şayan bir aktiviteydi.. Bu etkinlik eminim benzer üniversite ve kurumlarca örnek alınacak, çok da iyi olacaktır.. Etkinliğe katılanlar gönüllü ve yürekten bir iş yapmanın keyfi ve heyecanı içindeydi ve yaşanan her an alınan her nefes bu etkinliğe katılmaya değdiğini yaşayarak gördük. 
katılanların en çok takıldıkları konu "-Erzurum'daki öğretim üyesi ve mezun arkadaşların çok büyük bir kısmı iştirak etmedi, acaba neden ki.." şeklindeydi. Ama bu durum yaşanan güzellikleri çok da etkilemedi..
ERATÜN Başkan ve Yönetimi profesyonelce hazırlanan organizasyonda amatör ruhla çalışıp öğrenci arkadaşlarının rahatı için fazladan mesai yaptı... Bu durumu alkışlıyorum..
Atatürk Üniversitesi Rektörü Hikmet Koçak başta olmak üzere Şehirdeki kamu ve özel kurumları etkinliğe destek olma yönünde çok katkı sağladılar.



ÜÇ GÜN İKİ GECE ÖĞRENCİ ARKADAŞLARIMIZLA TEKRAR O ESKİ GÜZEL GÜNLERİ YAŞADIK, YURTLARDA KALDIK, MEDİKO SOSYAL YEMEKHANESİNDE YEDİK, SINIFLARDA DERS DİNLEDİK
Etkinlik programı misafir öğrencilerin geçmişi yaşamaları için her şey düşünülmüştü. Ailece yurtlarda konakladık, sembolik bir konaklama bedeli ödedik. sabah kahvaltısını Yurt-Kur yemekhanesinde neşeyle yaptık..  Fakültede A1 Anfisinde efsane hocamız Sadrettin Haşıloğlu'ndan yeniden ders aldık.. Tabi bu arada ders almaya gelip de mim konulanlar da oldu. Ders hem öğretici hem de eğlenceliydi.. Yemekhane de kuyruk vardı, yemek kuyruğunda bekleyerek yemek bana hiç bu günkü kadar keyif vermemişti... Ayran aşı çorbası, etli patates, pilav ve kadayıf dolmadan oluşan menüyü afiyetle yedik.
Havuz başında Mehter Takımı ile toplanan protokol ve mezunlar Cumhuriyet Caddesinden yürüyüp Yakutiye Külliyesine geldi. Bir taraftan güneşli bir hava vardı ama öbür taraftan serin bir rüzgar vücudumuzu okşayıp geçiyordu.
Tören sonrasında hemen yakındaki semaverde demlenen çayları içerek istirahat ettik..  Erzurum evlerinin tarih ve kültür kokan rahat ortamında yemek yedik çay içtik. Erzurum'a giden herkesin bu evleri görmesini ve burada bir şeyler yeyip içmesini tavsiye ederim.. Fiyatlar makul kalitesi yüksek bir mekan burası..



TORTUM ŞELALESİ YANINDAKİ "YEDİ GÖLLER VADİSİ" TURİZM AÇISINDAN KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR
Tortum Şelalesini duymayan bilmeyen kalmamıştır. Ama Eğer Tortum Şelalesine gittiyseniz hemen 2 km yakınındaki Yedi Gölleri mutlaka görmelisiniz. İki tarafı yüksek dağlarla çevrili vadide çok düzenli evler ve göller dışında meyve bahçeleri ve küçük tarla bahçeler var. Bu bölge Pansiyon, Ekolojik Destekli Doğa ve Kültür Turizmi için çok uygun bir yer. Mülki ve İdari Amirler birde bu pencereden bakarlarsa en az Tortum Şelalesi kadar meşhur ve çekim merkezi olan bir turizm vadisi oluşturabilirler.
Arkadaş grubumuzla uğradığımız bu köyde köylülerin dut pekmezi yapımını izledik.. Odun ateşinde pişen dut kazanını koca ahşap kepçe ile karıştırdık.. Dut pekmezi ve meyve satın aldık köylülerden.. Hiç abartmıyorum aldığım dut pekmezi şu ana kadar yediğim en doğal ve lezzetli olan bir üründü.



TORTUM ŞELALESİ YANINDAKİ İŞLETME HİJYEN VE HİZMET AÇISINDAN PERİŞAN DURUMDA, TORTUM KAYMAKAMI'NIN ÇÖZÜM ÜRETMESİNİ BEKLİYORUZ
Tortum Şelalesinin çevresindeki taş merdivenlerin bir kısmı yıkılmış, yürünemiyor, Şelale başında bulunan tesis hijyen ve işletmecilik kurallarına hiç uygun değil.. Masa sandalye kırık dökük, Tuvaletler perişan, v.b. durumlar var.
Edindiğimiz bilgiye göre bu alan yakın köyden kiralanmış, SİT alanı ilan edilmiş. Kiralayan işletmeci mekanla pek ilgilenmiyor..
Lütfen bu Tortum Şelalesine bir el atın, düzeltin... O güzelim doğa harikası yanında bu perişanlıkları görüp keyfimizi kaçırmayalım... Bu alana acil müdahale edilmesi lazım. Öncelikle Tortum Kaymakamı konuyu yerinde inceleyip en geç iki hafta için de durumu iyileştirmesi lazım. 



TORTUM KÖYLERİNDE ISINMA AMAÇLI YAKILAN TEZEKLERİ KURTARALIM HEP BİRLİKTE
Tortum Şelalesine giderken yol kenarındaki bir köye uğradık caminin yanında bir kahve orada da çay vardır diye düşündük. Oraya gidip hem köylülerle sohbet eder hem de çayımızı içer geçeriz dedik... Köye girerken gördüğümüz iki Dadaş amcamıza niyetimizi söyleyince cami yanında kahve olmadığını ancak:
"-Gelin evimizde size tezek ateşinde bir çay demleyip ikram edelim..." diyerek bizi çaya davet ettiler.
"-Hele Remzi gardaş şöyle okkalı bir tezek alada bir koklayalım.." dedim.. Remzi Dolu dostum dağ gibi tezek yığınından uygun bir tezek koparıp getirdi kokladık... Bir köylü vatandaş diğerine fısıldarken duydum..
"-Adamın hasına bak bizim tezeğimizi kokluyor.." Tabii köyde doğup yaşayan bir kişi olarak bu diyalog böyle bir ortamda doğal ve samimi oluşmuş oldu... Ama sonrasın da aramızda gönül köprüleri de kurulmuş oldu.
Köyün giriş kısmında kuru ve kurumaya bırakılmış tezek yığınları vardı. Belli ki köylüler ısınma ihtiyacını büyük ölçüde tezekten sağlıyordu. bu durum beni çok üzdü böylesi değerli bir gübrenin toprağa katılmayıp da yakılması bu çağda ne kadar büyük bir kayıp diye düşündüm.
"-Tortum Kaymakamı'na bu durumu bildirin Bakın şu üstünüzdeki dağda rüzgar boşa esiyor bu rüzgar enerjisi ile elektrik üretip köyde kullanabilirsiniz veya tortum gölü-barajı elektrik üretiyordur bir kısmı sizin hakkınızdır isteyin alın ve kullanın.. Yazıktır bu tezekleri toprağa katın hem toprak zenginleşsin hem de daha çok mahsul alın..." dedim
"-Kaymakam bizim köye gelmez ki..." dedi köylüler
"-O zaman siz tezekleri ambalajlayın bir bohça yapın ve Tortum Kaymakamının huzuruna çıkın durumu anlatın O'da görev sorumluluğunun gereğini yapsın ısınma için size kaynak bulsun ve tezekleriniz kurtulsun..." dedim..
"-Bakalım..." dediler..
Şimdi bu konu gerçekten çok önemli Erzurum Tortum arasındaki köylerde yığınla tezek dağları var. Eğer Erzurum'da Bir Ziraat Fakültesi varsa, Erzurum Teknik Üniversitesi kurulmuşsa, Erzurum'un Valisi, Tortum'un Kaymakamı varsa bu tezekleri kurtarmamız lazım diyorum... Görev ve sorumluluk sahibi idarecileri iş yapmaya davet ediyorum.
Bu etkinlik sırasında AKP'nin Erzurum'da mitingi vardı. Akşam haberlerinde TV'den dinledim sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan diyordu ki "-Erzurum'da 58 proje ile 450 Milyon TL yatırım yaptık" ... Bu projeleri yapanlar, 450 Milyon TL yatırım yapanlar köylülerin boşu boşuna yanan tezeklerini görmüyor mu?... Eğer bir proje ve yatırım yapılacaksa "Erzurum'da 59. Proje Köylünün Tezeklerini Kurtarmak" projesi olsun...
HES'LERLE VADİLERİ KURUTAN, DAĞLARI DELEN AKAN SULARI ÇEVİREN BÜYÜK DEVLETİMİN BÜYÜK ADAMLARI ŞU TEZEK İŞİNE DE BİR EL ATIN, YANMASIN TEZEKLERİMİZ GÜBRE OLARAK KULLANILSIN, YAZIKTIR KÖYLÜMÜN EMEĞİNE, EKMEĞİNE
Şimdi işin ucunda eğer çok büyük paralar, rantlar varsa dağ taş deliniyor doğal kaynaklar paraya çevriliyor. Yıllardır Karadeniz'e yatırım yapmayan Büyük Devletimiz söz konusu kaynaklarını paraya çevirmek olunca o güzelim vadilerin tamamı bir anda şantiye oluverdi... Yapılan yol, iş yeri inşaatından çok HES inşaatı var Karadeniz'de... Fırtına Vadisi, Sümela Vadisi, İkizdere Vadisi, Manahoz Vadisi, ve daha da fazlası HES'ler tarafından işgal edilmiş durumda.
Şimdi buradan sesleniyorum memleketin doğal kaynaklarını halkın ve devletin milletin yararına uygun kullanmak varken talan ve ziyan etmenin manası nedir... Bu kadar yıkım ve talan yaparken birde millet için hizmet yapsanız olmaz mı... Şu altın değerindeki tezeklerin gübre olarak kullanılması çok mu zor, çok mu pahalı, çok mu imkansız. HES'lerle vadileri inşaata çeviren kuvvetli idare köylünün oksijeni en kıymetli değeri olan tezekleri niçin kurtarmıyor, yoksa bu işte öyle paylaşılacak büyük rantlar yok diye mi es geçiliyor...
Bu çelişkiyi gören, bilen, yaşayan ve sonuçlarında olumsuz olarak etkilenen bir vatandaş olarak yazmayı ve ilgililere ulaştırmayı bir yurttaşlık, insanlık görevi ve sorumluluğu olarak yükledim kendime.. Hiç kusura bakmayın lütfen.
Bu yazı konu ile ilgili tüm birimlere iletilecek ve takip edilecektir tarafımdan. Başta T.C. Başbakanlık, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Turizm ve Kültür Bakanlığı, Erzurum Valiliği, Tortum Kaymamalığı, Atatürk Üniversitesi ve Ziraat Fakültesi, Erzurum Teknik Üniversitesi ve daha fazlası... Sadece sorumlular değil çözüm üretebilecek kurum ve kişileri de bilgilendireceğim. 
DELİKANLI HOCAM SADRETTİN HAŞILOĞLU 100 TANE ÖĞRENCİSİNE 3100 M RAKIMLI PALANDÖKENDE KAHVALTI ZİYAFETİ VERDİ: SAYGI, SEVGİ VE TEŞEKKÜRLERİMİ İLETİYORUM SEVGİLİ HOCAMA
Sadrettin hocamız konusuna hakim, esprili, dikkatli ve haylaz öğrencilere anında "mim koyan" bir büyüğümüzdür... Zeka, bilgi aksiyon acısından baktığımızda delikanlılara taş çıkarır adeta.. Onun için kendisine "Delikanlı Hocam" diye hitap ettim bu sefer Erzurum buluşmamızda...
Hocamız Önce İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi A1 Anfisini dolduran öğrencilerine esaslı bir ders verdi, bu arada derse geç gelen haylazlık edenlere de bir güzel "mim koydu"... Sonrada yarın sabah hepinizi Palandöken Dağında kahvaltıya bekliyorum dedi... Pazar sabahı saat 10:00'daki kahvaltı 3 günlük etkinliğimizin en özel zamanlarından biriydi.. Yöresel ürünlerle açık büfe kahvaltımız yaptık, sohbet ettik, halay çektik keyif yaptık ve sonra ayrıldık...
Erzurum'da olup da bu etkinliğe katılmayan ve katılamayan akademisyen ve mezunların durumu göz önüne alındığında Sadrettin Hocamızın aklı, yüreği ve misafirperverliğini bir kez daha alkışlamamız gerektiği ortaya çıkıyor.

GEÇİK MELİ "KEP ATMA TÖRENİ" YENİ MEZUN OLMUŞUZ GİBİ HEYECANLANDIRIP KEYİFLENDİRDİ
Atatürk Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Hikmet Koçak, ve ERATÜN Başkanı fatih Şener ile Yönetim Kurulu Üyeleri etkinliğin her aşamasını ayrıntılı planlamışlardı. Rektörlük Tören Alanında yapılan Kep Atma Töreni katılımcı biz mezunlara yeni mezun olmuşuz heyecan ve hissini yaşattı... Protokol konuşmaları ve TRT Erzurum sanatçıların verdiği konser sonrası mezun Yakup Aksoy Kemençeyle Work Show konulu bir sunum yaptı.

ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİNDE "YAKUP AKSOY & KEMENÇEYLE WORK SHOW" BEĞENİLDİ, DEVAM EDECEK
2010 şubat ayında başlayan Kemençe Öğrenme sevdam bu etkinlikte 400 kişilik seçkin bir izleyiciye sunum imkanı sağladı bu etkinlik...
Kemençe öğrenmeye başlarken kemençeyle birlikte hayata dair diğer değer, nitelik, yetenek, vizyon ve düşüncelerimi de paylaşabileceğim Kemençeyle Bir Show ve Sunum planlamıştım... Bu fikri hayata geçirmek için son bir yılda farklı mekan ve durumlarda uygulama ve sunumlar yaptım.... Gecikmeli Kep Atma Törenimizde Atatürk Üniversitesi Rektörlük Binasında Sahne alınca bu fikir ve hazırlıklarımı uygulama imkanı yakaladım...

YAKUP AKSOY & KEMENEÇEYLE WORK SHOW'UN  İÇERİĞİ:
İşletmeci, yönetim danışmanı, karikatürist kimliklerimi de kemençeye ekleyerek pazarlama, marka, girişim Karadeniz ve Anadolu Kültürü konulu küçük anektod bilgi ve öyküler sonrasında konuya uygun ezgileri icra ettim...
1-VİDEO:Kemençeyle Sarı Gelin Ezgisini ilk kez ben yorumladım.
2-VİDEO:Uzun ince bir yoldayım Aşık Veysel ve bestelerinin devamlılığını sağlayan sırlar..
3-Veee tabi ki Kemençeyle "Giresun'un içinde iki sokak arası" finali ile bitti...



YAKUP AKSOY KEMENÇESİYLE ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİNDE 2012 ULUSLARARASI ITRI YILI ETKİNLİĞİ
Unesco 2012 Yılını Uluslararası Itrı Yılı ilan etmişti. Bir taraftan Buhurizade Mustafa Itrı Efendi'nin sanat ve kültürümüzdeki rolünü vurgulamak diğer yandan Karadeniz kemençemle farklı enstrüman ve seslerle O'nun çok meşhur eseri Segah makamında Salat-ı Ümmiye bestesini hep birlikte icra ederek kutlamış olduk.. Salonda bulunan yaklaşık 400 kişi Itrı'nın 300 yıl önce bestelediği bu eseri makam, usul ve notasıyla ezbere okudu...
"-Marka olmak için ITRI'yı anlamak, öğrenmek uygulamak lazım, bu coğrafyanın sesi, sözü nefesi olmadan marka üretilmez" gerçeğini Salat-ı Ümmiye'yi hep birlikte okuyarak tekrarlamış olduk..  

VİDEO:2012 Uluslararası Itrı Yılı Etkinliğinde Karadeniz Kemençesiyle Buhurizade Mustafa Itrı efendinin Segah Bestesinin İcrası İlk kez kemençeyle tarafımdan yorumlandı...


KEMENÇEYLE WORK SHOW SUNUMUMDA İZLEYENLERE ŞU MESAJLARI VERMEYE ÇALIŞTIM:
-Kemençe Karadeniz bölgesinde çok sevilen bir Anadolu Enstrümanıdır... Ve onunla Anadolu Ezgileri de icra edilebilir..
-Kemençe "gııy gıy ya da rıv rıv" değildir..
-Kemençeyle iş hayatı konuları ve kültürel konularda harmanlanarak anlatılırsa enstrüman iyi bir eğitim ve öğretim aracı da olabilir...
-Kemençe alışıldığı tarz ve yerler dışına taşınmalıdır... Karadeniz ve Anadolu Kültürüne değer katacak konu ve kişilerle ilerlemelidir... Piyano, Gitar, Keman v.b. enstrümanların olduğu salon ve iş dünyası davet ve toplantılarında da olmalıdır Karadeniz Kemençesi...
-Her şey görüldüğü, ezbere yaşandığı gibi değildir. araştırmak geliştirmek ve değiştirmek lazımdır...

GELECEK YILLARDA DAHA ÇOK MEZUN BULUŞSUN, DAHA AZ SORUN OLSUN ERZURUM'DA, HATTA HİÇ SORUN OLMASIN
Mezunlar Erzurum'da buluşması 2012 bitti.. Şimdiden yenisinin hazırlıkları başlıyor.. Bir sonraki mutlaka içerik ve katılım açısından daha da iyi olacak.. Ümit ediyorum ki bir yıl sonra Erzurum'a tekrar geldiğimizde köylüler şehir insanı gibi ısınır, tezekleri yakılmaz da toprakla buluşur inşallah... Tortum Şelalesi ve hemen yakınındaki Yedi Göller Vadisi turizm açısından daha da işlenir zenginleştirilirse hem Erzurum hem de Erzurum'a gelen turistler kazançlı olur.

Yakup Aksoy
Mantı Keyfi Kurucu Ortak, Kemençe Sanatçısı, Karikatürist

29-30  Haziran / 01 Temmuz  2012 Erzurum


27 Haziran 2012 Çarşamba

Vecihi Hürkuş: Bir insan ömrüne neler sığdırabilir, sonuna kadar okuyunuz lütfen...



Yakup Aksoy Mantı Keyfi Kurucu Ortak/Karikatürist/Kemençe Sanatcısı
Bir insan bir başına neler yapabilir, neler üretebilir, zorluklar insanı hiç mi yıldırmaz, yoksa daha da güç kuvvet mi verir. Şöyle sıradan rahat ve rutin bir hayat yaşamak varken insan niçin kendini dağa, taşa, kuşa, işe koyverir... Vecihi Hürkuş havacılık, girişim konularında zamanının kıt imkanlarına rağmen olağan üstü işler başarmış ama aldığı maddi ve manevi ödüller kadar ceza ve ihtarlar da almış bir görev ve girişim insanı... Eğer Vecihi Hürkuş gibi sizde hem kendiniz, hem toplum hemde yaşadığınız dünya için bir şeyler üretmek istiyorsanız bu insan hikayesini sonuna kadar okuyunuz lütfen... 

VECİHİ HÜRKUŞ'UN İLK'LERİNDEN:
Kafkas Cephesinde ilk Türk hava zaferi, 1917.
İstiklal Savaşı'ndqa ilk hava zaferi, Alaşehir, 15.08.1920.
İstiklal Savaşı'nın son uçuşu, Seydiköy Havaalanı, İzmir, 14.09.1922.
İlk Türk Uçağı VECİHİ K-VI'nın imalatı, Halkapınar, 1924.
Türk Tayyare Cemiyeti (THK) kurucu üyesi, baş pilotu 1925.
İlk Türk Sivil Ucağı VECİHİ XIV'in halk ve basın önünde ilk uçuşu, 16 Eylül 1930.
Vecihi Faham Tayyare İnşaa Fabrikası, 23 Şubat 1932.
Vecihi Sivil Tayyare Mektebi, 21 Nisan 1932 
VECİHİ XV, VECİHİ XVI uçaklarının imalatı, 1933.
Türk Hava Kurumu, Türk Kuşu Kurucusu, 1935.
Kanatlar Dergisi, 1947.
İlk Sivil Havayolu, Hürkuş Hava Yolları, 1954.
102 değişik tipte uçakla, 30 000 saat havada kalmıştır.

Vecihi Hürkuş (1896 - 1969)
18 Ocak 1896 Cumartesi günü (06 Kanunusani 1311) İstanbul'da (Dersaadet) doğdu. Babası İstanbullu bir aileden Gümrük Müfettişi Ali Feham Bey, annesi Vidin'de doğmuş, üç yaşında İstanbul'a gelmiş Zeliha Niyir Hanım'dır. Üç yaşında iken babası ölmüş. Çok genç yaşta dul kalan annesi ile geniş bir ailenin içinde amcalar, halalar, enişteler, yengeler, ağabeyler ve ablalar ile birlikte büyümüştür.



Bir süre sonra Harbiye'de eskrim ve resim hocası olan amcası Ahmed Şekür Bey'in yanına sığınmışlar, sonra da annesi ve kardeşleriyle Üsküdar'a yerleşmişler. Üç kardeşin ortancası olan Vecihi çok canlı ve hareketli bir çocuktu. İlkokulu Bebek'te okudu, Üsküdar'da Füyuzati Osmaniye Rüştiye'sinde ve Üsküdar Paşakapısı İdadi'sinde okudu, sanata olan ilgisinden Tophane Sanat Okulu'na geçti ve bu mektebi bitirdi.
1912'de Balkan Harbi'ne eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey'in yanında gönüllü olarak katıldı. Edirne'ye giren kuvvetler içinde yer aldı. Balkan Harbi sonunda İstanbul Ordu Kumandanlığı tarafından Beykoz Serviburun'daki esir kampına kumandan oldu.
Tayyareci olmak istiyordu. Yaşı küçük olduğundan makinist mektebine aldılar.   Tayyare Makinist Mektebi'nden Küçük Zabit (Gedikli/Astsubay) olarak mezun oldu.    Makinist olarak Birinci Dünya Savaşı'nda Bağdat cephesine gönderildi. Orada 2 Şubat 1916 tarihinde bir uçak kazasında yaralanarak İstanbul'a döndü.

Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'ne girerek tayyareci oldu. Pilot olarak ilk uçuşu 21 Mayıs 1916 tarihindedir. 15 Kasım 1916 tarihinde tayyarecilik tahsilini bitirerek pilot diplomasını aldı.

1917 sonbaharında Kafkas Cephesi'ne, 7. Tayyare Bölüğü'ne atandı. Orada bir Rus uçağı düşürerek Kafkas Cephesi'nde uçak düşüren ilk tayyareci oldu.

8 Ekim 1917 günü bir hava savaşında yaralanarak düşünce, Rus'lara esir olmadan önce uçağını teslim etmemek için yaktı. Esir olarak Hazar Denizi'ndeki Nargin Adası'na gönderildi. Azeri Türklerinin yardımı ile adadan yüzerek kaçtı. Nargin Adası’nın karşısındaki Bakü, Rus işgali altında olduğundan, savaşa katılmayan İran’da karaya çıktılar. Birlikte kaçtığı istihkâm Teğmeni Salih Bey ile 2,5 ayda yaya olarak Süleymaniye üzerinden Musul’a geldiler.

İstanbul'a geldiğinde savaşın sonları idi. Başkent İstanbul Hava Müdafaa Bölüğü'ne tayin oldu. Vecihi Bey İstanbul hava müdafaasına katıldı. İstanbul işgal edilince esaretten dönen askerlerin arasında gizlice Harem'den kalkan bir gemiyle Mudanya'ya, oradan Bursa ve Eskişehir üzerinden Konya’ya giderek Kurtuluş Savaşı'na katılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda Vecihi Hürkuş, “Sivil Pilot”tur.

Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan, İzmir / Seydiköy Hava Meydanını işgal eden tayyareci olmuş, TBMM'den üç defa takdirname alarak kırmızı şeritli İstiklal Madalyası kazanmıştır.
Kurtuluş Savaşı içinde Akşehir'de Jandarma Komutanı Ratıp Bey'in kızı Hadiye Hanım'la evlendi. İzmir'de Gönül, İstanbul'a döndüklerinde de Sevim isimli iki kızı olmuştur.

Savaş sonrası İzmir'de Seydiköy'de açılan tayyare okulunda yeni tayyarecileri eğitime başlamış, tam o sırada 1923 yılı başlarında İzmit mıntıkası Tayyare bölüğüne atanmış. Üç ay sonra İzmir'de Binbaşı Fazıl'ın eğitim uçuşu sırasında düşüp ölmesiyle yeniden İzmir'e çağrılmış, kara ve deniz okulunda öğretmenliğinden başka fen işleri ile de uğraşmış. Savaşta çekilen yoklukların giderilmesi amacıyla havacılığı millileştirme düşünceleri başlamıştı.

Edirne'ye yanlışlıkla inen bir yolcu tayyaresini almaya görevlendirilmiş. Hizmet karşılığı bu uçağa “Vecihi” adının verilmesi, 1919'dan beri uçak projeleri yapan Hürkuş'ta uçak inşa etmek düşüncesini yeniden canlandırmıştır.

Ganimet olarak Yunanlılardan ellerine geçen pek çok motordan yararlanarak projesini hazırlayıp ilk uçağı Vecihi K VI'yı imal etmiştir. Uçağı için uçuş müsaadesi istemiş, uçabilirlik sertifikası için bir teknik heyet oluşturulmuş, ancak teknik heyetin içerisinde tayyareyi uçuracak ve kontrol edecek personel bulunmadığından gecikmiştir. Sonunda teknik heyetten birinin "Vecihi, biz sana bu lisansı veremeyiz, uçağına güveniyorsan atla, uç, bizi de kurtar" sözü üzerine Hürkuş,  28 Ocak 1925'de uçağı Vecihi K VI ile ilk uçuşunu yapar.

İzin almadan uçtuğu için cezalandırılınca, istifa ederek hava kuvvetlerinden ayrılıp Ankara'ya gider ve kurulmakta olan Türk Tayyare Cemiyeti'ne (T.T.C.) katılır. T.T.C. Fen şubesini organize etmekle görevlendirilir. Gazi Mustafa Kemal'in "İstikbal göklerdedir..." yönermesiyle havacı bir kuşak yetiştirmek için kurulan Türk Tayyare Cemiyeti, halkın bağışları ile yaşayan bir kuruluş olacaktı. Bunun için bir okul açmak, milli bir hava sanayi kurmak amacındaydı. Hürkuş, yaptığı uçağını geri alıp, T.T.C.'nin bağış toplama faaliyetlerinde kullanarak halka havacılık sevgisini aşılamak istiyordu ama uçağını geri almayı başaramadı.

Bağış toplamak için bir madalya tüzüğü hazırlandı. Bağışa göre bronz, gümüş, altın ve elmaslı madalya verilecek, 10.000 TL bağışlayanın adı da alınacak uçağa ad olarak verilecekti. Türk Tayyare Cemiyetine ilk yardım Ceyhan ilçesinden gelmiş, 10.000 TL telgrafla bağışlanmış, alınan ilk uçağa da Ceyhan adı verilmiştir.
Hürkuş'un uçakla yurtiçi bağış gezileri de bu uçakla başlamıştır.

Bu arada Avrupa havacılığının incelemek için bir heyetle Hürkuş, ikinci kez Avrupa'ya gider. Almanya'da Junkers ve Rohrbach uçak fabrikalarını ziyaret ederler. Bu fabrikalar Türkiye'de anonim şirket halinde tayyare fabrikası kurmak fikrindeydiler. Fransa'da da Breguet, Potez, Hanriot gibi birçok fabrikaları ziyaret etmişler, Hürkuş da bu fabrikaların uçaklarıyla tecrübe uçuşları yapmış, Potez 25 tipindeki rekor tayyaresiyle akrobasi uçuşundan sonra fabrika tarafından Atlantik Okyanus geçiş uçuşu yapması için teklif yapılmış, fakat Fransız Aero Kulübü'nün baskısı ile teklif suya düşmüştür.

Türkiye'ye dönüşte 19 Ekim 1925'de Tayyare Cemiyeti Yönetim Kurulu istifa etmiş, cemiyetin tasarı ve projeleri suya düşmüş, elindeki tayyare, vasıta ve elemanları hava kuvvetlerine verilerek havacılıkla ilgisi kesilmiş oluyordu. Hürkuş'un da tekrar hava kuvvetlerinde görev alması istenince istifa etmiştir.

Milli Savunma Bakanlığı, Kayseri'de Tayyare Onarım ve Motor Anonim Şirketi (TOMTAŞ) adında bir fabrika kurmak için anlaşır. Hürkuş, TOMTAŞ'ın teklifini kabul ederek Almanya'ya gider. Hürkuş, Almanya'da Junkers A.20 tayyarelerinde bazı noksanlıklar bulur, onların düzeltilmesi ile Junkers A.35'lerin yapımını da üstlenir.

18 Temmuz 1926'da telgrafla memlekete çağrılır, Junkers A.35'in satın alınması için tecrübe uçuşu istenir. Junkers bu uçuşun özellikle Hürkuş tarafından yapılmasını, uçağının zamanın en modern ve yüksek ateş kudretinde iki kişilik av tayyaresi, savaşta her tarafa ateş saçabilme gücü olduğunun kanıtlanması için Fransızların gözde uçağı Nieuport Delage ile savaşını ister. 1 Ağustos 1926 da temsili savaş yapılır, savaşı Junkers A.35 ile Hürkuş kazanır.

Hürkuş yurda döndükten sonra, TOMTAŞ emrinde biri 14 kişilik 3 motorlu Junkers G.24, diğeri altı kişilik tek motorlu Junkers F.13 yolcu tayyareleriyle Ankara - Kayseri arasında ulaşım uçuşları yapar. Tarih 1927'dir. Hürkuş'un bu uçuşlarının, yurdumuzda ilk hava yolları uçuşları olduğu düşünülebilir.

Hürkuş, TOMTAŞ'a, Junkers A.35'in kanatlarına benzin depoları ilavesi ile havada kalma süresini uzatarak Ankara-Tahran uçuşunu direkt yaparak, İran devletine uçağı göstermek ve hükümetimizin rızasıyla devletimizin ihtiyacından fazlasının yabancı devletlere de satılabilmesi fikrini açmış. Bu yapılırsa hem devletimiz şereflenecek, hem de TOMTAŞ'a büyük faydası sağlayacaktı. O sırada henüz TOMTAŞ fabrikası teşekkül etmemiş ve Junkers A.35 tayyaresi de TOMTAŞ'a devredilmemiş olduğundan bu uçuşu reddedilmişti.

16 Eylül 1926 tarihinde Türkiye'de ilk paraşüt gösterisi Ankara'da yapıldı.  Vecihi Hürkuş'un kullandığı Junkers F–13 uçağından Alman paraşütçü Heinke'nin 700 m irtifadan yaptığı 178. atlayışı Gazi Mustafa Kemal ve Ankaralılar izlediler.

Milli havacılığımız için güzel bir başlangıç olan TOMTAŞ ne yazık ki 1928 yılına kadar çalışmalarına devam edebildi. Kötü yönetimi yüzünden 1928'de iflas etmiş, daha doğrusu iflas ettirilmiştir.
Hürkuş 1925'de Kurtuluş Savaşı öncesi İstanbul'da iken sevdiği, Mustafa Kemal'in yanına Anadolu'ya geçtiği için ailesi tarafından kendisine verilmeyen İhsan Hanım'la anlaşmış, eşinden ayrılarak onunla evlenmiş ve 1927'de Perran isimli bir kızı daha doğmuştur.

Bir yıllık aradan sonra Hürkuş, Türk Hava Kurumu'ndaki eski görev yeri olan Teknik Şubeye döner.
1930 yılı Sanayi Kongresi Ankara'da toplanmış, Halkevi'nde de Yerli Mallar Sergisi açılmıştır. Hürkuş burada yerli malı uçaklarının resim ve maketleri ile üstten kanatlı kapalı kabinli Vecihi K-XI tipi uçak modelinin minyatürünü sergiler ve büyük ilgi görür. Kurumda boş durmaz, yeni uçak model ve tiplerini tasarlamaya devam eder.

1930 yılı yıllık iznini iki ay ücretsiz olarak uzatıp Kadıköy'de bir keresteci dükkânını kiralayarak, üç ay içinde ilk Türk sivil uçağını, aslında ikinci uçağı Vecihi XIV uçağını inşa etmiştir. İlk uçuşunu 16 Eylül 1930'da Kadıköy Fikirtepe'de büyük bir kalabalık ve basın topluluğu karşısında yapmıştır. Uçak iki kişilik, tek motorlu spor ve eğitim uçağıdır. Uçağı ile birlikte uçarak Ankara'ya dönmüş, Ankara üzerinde bir gösteri yapmış, Başbakan İsmet İnönü ve bazı komutanlar tarafından uçağı incelenerek tebrik edilmiş. Uçabilirlik sertifikası verilmesi için İktisat Bakanlığı'na müracaat ederek müsaade istemiştir.

14 Ekim 1930'da, "Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir" cevabını almış. Hürkuş, bunun üzerine bakanlık nezdinde yapılan girişimler sonucu uçağa istenen belgenin alınması amacıyla Çekoslovakya'ya gönderilmesi için müsaade almıştır. Uçak Ankara’da sökülmüş, Demiryolu vagonları ile Haydarpaşa’ya, Sirkeci’den de Prag’a gönderilmiştir.

Hürkuş, 6 Aralık 1930'da Prag'a geldiğinde henüz tayyare gelmemişti. Tayyareye ait statik raporu gibi resmi evrak önce Çek diline çevrilmiş, uçak gelince tekrar monte edilerek uçağın malzemeleri ve her türlü teknik kontrolü yapıldıktan sonra uçuşu istenmiş. Her türlü uçuş şekilleri ile uçuşun kontrolü tamamlanmıştır.

Hürkuş 23 Nisan 1931'de Çekoslovakyalı yetkililer tarafından civardaki bir gazinoda düzenlenen bir törenle, başköşesinde "Yaşasın Türk Tayyareciliği" yazılı bir pankartla onurlandırılarak uçuş müsaadesini almıştır.
25 Nisan 1931'de Çekoslovakya'dan uçarak Türkiye'ye gelmek için yola çıkıp 5 Mayıs 1931'de Türkiye'ye gelmiştir. Hürkuş, uçağının atıl kalmaması için Posta İdaresi ile çeşitli görüşmelerde bulunur. İlk kurulmak istenen posta hattı Ankara-Erzurum ile Ankara-İstanbul arasında düşünülür.

Bu arada Türk Hava Kurumu yeni bir turne planlar. Ankara'dan başlayan uçuş Aksaray, Konya, Manavgat, Antalya, Fethiye, Muğla, Aydın, Denizli, Uşak, Eskişehir, Adapazarı, İzmit ve Yeşilköy'de tamamlanır. Uçuş büyük bir başarıyla tamamlanmıştır. Kurum şubeleri bağışlarla zenginleşmiştir, ama 3 Kasım 1931 tarihli telgrafla büyük yardımcısı makinisti Hamit'in işine son verilir Hürkuş'a ödenen uçuş tazminatı kesilerek Vecihi XIV uçağı uçuştan men edilir. Bundan sonraki uçuşların Milli Savunma Bakanlığı tarafından verilecek uçakla gerçekleştirileceği bildirilir. Bu durum Hürkuş'un kurum'dan tekrar ayrılmasına neden olur.

Gezileri sırasında gençlikte oluşturduğu uçma sevgisi ile bir havacılık okulu açmayı düşünür. 21 Nisan 1932'de İlk Türk Sivil Havacılık Okulu'nu kurar. İkisi kız olmak üzere 12 öğrenci kaydolur. 27 Eylül 1932'de eğitim ve öğretime başlanır. Okulun gayesi Türk gençliğini havacılığa alıştırmak, tayyareci kuşaklar yetiştirerek Türkiye Cumhuriyeti hava ordusunun yedek gücü olmaktı.
Okulun motorlu ve motorsuz iki şubesi vardı. Eğitim teorik ve uygulamalı olarak yapılıyordu. Büyük bir atölyesi vardı. Kalamış'ta bir hangar ve uçuş alanı olarak kullandıkları küçük bir sahası, bir de Fikirtepesi'nde uçuş alanları vardı.

İlk 12 öğrenci Sait, Tevfik, Muammer, Abdurrahman, Salih, Osman, Rıza, Hikmet, Hüseyin, Kenan, Eribe ve Türkiye’nin ilk kadın pilotu olan Bedriye (Gökmen) idi. Öğrencilerin eğitim sırasında hiçbir kazası olmamıştır. Zor koşullarda eğitim yaparken bazı kurumların, örneğin Tekel İdaresi'nin ve İş Bankası'nın reklâmlarını yapmış, bazı vatansever yetkili kuruluşların da yardımları olmuştur.

Nuri Demirağ Bey, bir tayyare yapımı için 5.000 TL vermiş, böylece 1933'de adı "Nuri Bey" olan “Vecihi XVI” kapalı kabin uçağı yapılmıştır.

Aynı yıl tek satıhlı “Vecihi XV” uçağını da inşa etmişler ve 30 Ağustos 1933'de iki Vecihi XIV, iki tane Vecihi XV ve Nuri Bey Vecihi XVI uçakları ile öğrencileri, İstanbul göklerinde gösteri uçuşu yapmışlar. Okulda, bir de “Vecihi SK-X” adlı, uçak motoru ile çalışan deniz botu yapılmıştır.

Öğrencilerinden Sait Bayav, Tevfik Artan, Muammer Öniz, Osman Kandemir, ilk kadın tayyarecimiz Bedriye Gökmen ve kızı (yeğeni) Eribe yalnız uçmayı başarmışlardır. Vecihi Sivil Tayyare Okulu parasal sorunlardan ve yetiştirdiği öğrencilerin diplomalarına denklik verdirememiş olmasından kapanmıştır.

1935 yılı başlarında Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca, çağrılı olarak Rusya'ya gider. Orada sivil havacılığın durumunu görür ve dönüşünde Atatürk'e anlatır. Atatürk, gezdiği her yerde kendisini havadan saygıyla izleyen, gazetelerdeki yazılardan izlediği Hürkuş hakkında da Fuat Bey'den bilgi ister. Aldığı cevaplar karşısında Büyük Atamız: "Ya, öyle mi? O halde Türk Kuşu namı ile yeni bir çalışma yolu açın ve Vecihi'den faydalanın!" emrini verir.

Hürkuş Ankara'ya çağrılır. O da uçağına atlayarak Ankara'ya gelir. Hürkuş bu durumdan çok sevinçlidir. Türk Kuşu'nda yapılması düşünülenler, onun gerçekleştirmek istediği şeylerdir.

Başöğretmen olarak amatör gençleri çalıştırmak, Etimesgut hangarlarını yapmak, yaz kampı için uçuş sahası İnönü'nün bulunması ve okulunda yetiştirdiği öğrencilerinden Sait Bayav, Tevfik Artan ve Muammer Öniz'in Rusya'ya eğitime gönderilmesi onun mutluluğu olur.  Ne yazık ki 29 Ekim 1936'da yeğeni Eribe'nin paraşütünün açılmaması nedeniyle düşmesi ve 30 Ekim 1936 günü şehit olması onu çok üzmüştür.

Türk Hava Kurumu, 1937 sonbaharında mühendislik eğitimi için Hürkuş'u Almanya'ya gönderir. Vecihi Hürkuş, Weimar Mühendislik Mektebi’ne ihtisas sınıfından başlatılmış, bir buçuk yıl sonra da mezun olmuştur. 27 Şubat 1939'da Tayyare Makine Mühendisliği diplomasını almıştır. Türkiye'ye döndüğünde Bayındırlık Bakanlığına başvurarak, "Tayyare Mühendisliği Ruhsatnamesini" almak istedi. Ancak yetkililer, "iki yılda mühendis olunmaz" diye bir gerekçe ile kabul etmemişlerdir.

Mühendisliğini Danıştay kararı ile kabul ettirir. Türk Hava Kurumu'nda da yönetim değişmiş, vazifeleri başkalarına verilmiştir. O günkü koşullarda teknik imkânın olmadığı Van'a tayin edilir. Bunun üzerine istifa ederek kurumdan ayrılır.

1942 Yılında “Vecihi Havada” kitabını yayınlar. Bu kitabında, 1915-1925 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk döneminde yaşadıklarını, ilk uçağını nasıl yaptığını anlatır.

Havacılıktan uzun bir ayrılıktan sonra 1947'de Kanatlılar Birliği'ni kurdu. Gençlerin büyük ilgi gösterdiği bir kuruluş oldu.

1948'de Türk Hava Kurumu'ndan Magister tipi bir öğrenim uçağı temin ettiler. Kızı Gönül'ün Yazı İşleri Müdürü olduğu "Kanatlılar" adlı aylık bir dergiyi, 12 sayı çıkarttılar. Büyük çoğunluğu üniversite öğrencileri olan Kanatlılar Birliği fazla yaşayamadı.

1951'de beş arkadaşıyla birlikte havadan zirai ilaçlama yapmak üzere "Türk Kanadı" adı ile bir şirket kurmuş, Sait Bayav ve Muammer Öniz'le İngiltere'ye giderek Auster MK-V tipi üç uçak almışlar. Türkiye'ye döndükten sonra ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık üzerine Hürkuş, haklarından vazgeçerek şirketten ayrılır. 1952'de Paro mamasının reklâmını yapmak için tekrar İngiltere'ye giderek Percival Proctor V tipi dört kişilik hafif turist tipi tayyare alır. Bu tayyare ile değişik müesseselerin reklâmını yaptı. Paro bebek maması, Puro sabunu gibi gıda ve malzemeleri ufak kâğıt paraşütlerle uçaktan dağıtarak, kanatlarına taktığı patiskalar üzerine banka isimlerini yazarak reklâmcılık yaptı.

6 Ağustos 1954'de “40. Hizmet Yılı”nı kutlamak için Yeşilköy Uluslararası Havaalanı'nın salonunda "Türk Havacılar Bayramı" adıyla bir jübile yapıldı.

29 Kasım 1954'de Hürkuş Hava Yolları'nı kurdu. Türk Hava Yolları'nın seferden kaldırdığı uçaklardan sekiz tayyare Ziraat Bankası'ndan kredi ile satın alınmıştı. Bir takım güçlüklerle uğraşarak hava yollarının sefer yapmadığı yerlere seferler koyarak, izin vermediklerinde gazete taşıyarak çalışmak istedi, ama kazalar, kaçırılmalar, sabotajlar sonunda Hürkuş Hava Yolları'nın uçakları uçuştan men edildi.

Buna rağmen elinde kalan son uçağını (TC-ERK) da Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün emrinde kullanarak Güney Doğu Anadolu'da toryum, uranyum ve fosfat arayarak zor doğa koşullarında çalıştı.

Hayatının sonlarında çok sıkıntı çekmiş, borçlandırılmış, uçamayacak duruma düşürülen uçaklarının sigorta giderleri ve bunların faizleri borcuna eklenmiş, icra takipleri, davalar neden ile vatana hizmet tertibinden kendisine bağlanan çok yetersiz maaşına bile haciz konmuştur.

Ankara'da anılarını yazarken, beyin kanamasından komaya girdi. Gözleri ve kalbi göklerde olan Vecihi Hürkuş, insanların aya ayak basmak üzere dünyadan ayrıldığı gün olan 16 Temmuz 1969 tarihinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde hayata gözlerini yumdu.

Ankara, Cebeci Asri Mezarlığı'nda defnedildi.